Süreç nereye gidiyor?

Çok enteresan bir durum sırf geçici siyasi nedenlerle kendi kendine zarar vermeye çalışmak…

Çok enteresan bir durum sırf geçici siyasi nedenlerle kendi kendine zarar vermeye çalışmak…

Esasında durumun yararlarına olduğu da tartışmalı…
Eğer menfi bir gelişme olacak ise; bu menfi gelişme tüm katmanlarıyla Kıbrıs Türk halkını da etkileyecek ise, herhangi bir siyasi partinin, gazetenin, gazetecinin bu durumdan nemalanmayı ümit etmesi doğal mı? İktidarda olsa idi belki de değil, çok büyük olasılıkla aynı değerlendirmeler içerisinde olacakken sırf siyasi karşıtı belli tasarruflarda bulundu, veya bulunmadı, diye feveran etmek hatta yabancılara şikayet etmek izanla izah edilebilir mi?

Evet; siyaset denilen belki de bu…
Durumu görelim.
Kıbrıs görüşmeleri Rum tarafının Greentree II zirvesinde her konuda topu taca atmaya çalışması nedeniyle uzatmaları yaşamakta… Niye “uzatmaları yaşamakta” dedim? Çünkü genel-sekreter Greentree II zirvesine Rum lider Demetris Hristofyas “hazırlıksız” ve Rum Ulusal Konseyinden kendi ısrarıyla her konuda alınan “Oxi” kararıyla muhkem olarak katılmış, Kıbrıs Türk tarafının iki konudaki yazılı, diğer tüm konularda da sözlü “çözüme endeksli” önerileri karşısında her şeyi reddeden taraf olmamak istemiş, “Bana süre verin, gidip adada bu konuları değerlendireyim” demişti… Çünkü, Greentree II sonrasında bu işin bittiğini açıklaması gerekirken Hristofyas’ın gayrısamimi olduğu her halinden belli iken, hadi “çözüme son bir şans” verelim deyip, başarı veya başarısızlık kararını Mart sonuna bıraktı genel sekreter.

Durum budur… Tabii ki bazılarının Rum yoldaşları gibi Aleksandır Downer’e karşı bir kampanya, suçlama, şeytanlaştırma gayreti içerisinde olmak fayda getirmez, ancak Avustralya eski dışişleri bakanı dostumuz da bir siyasetçi ve nabza göre şerbet vermeyi maalesef çok seviyor. Mesela Greeentree II konusunda İngiliz yetkililere, AB Komisyonuna ve diğer bu konuda bilgi isteyenlerin her birine onların duymak istediği şeyleri söylediğini hayretle tecrübe etmiştim o günlerde. İngilizlerin Donwer’den duyup aktardıkları, AB komisyon temsilcilerinin duyup aktardıkları, hele hele Almanların dedikleri o kadar farklı idi ki, hayretin ötesi bir durumdu… En kötüsü de her bilgi aldığım diplomat Downer’le görüşen yetkililerin yazdığı bilgi notlarına atıfta bulunuyordu.

Kınıyor muyum bu durumu? Hayır, asla… Downer sadece süreci canlı tutmaya, başarıya odaklanılmasına uğraşıyor.

Gelinen noktada oldukça yanlış olmakla birlikte kendinden önce de benzer konumda Kıbrıs müzakere süreciyle ilgilenenlerin düştüğü hataya düşmüş durumda Downer. Biz reddetsek de dünyanın her tarafında Kıbrıs meselesi 4 Mart 1964’den bu yana (yani adaya barış gücü askeri gönderen BM kararından bu yana) adada tüm adayı temsil eden meşru bir Kıbrıs hükümeti olduğu, bu meşru hükümetle Kıbrıs Türk azınlığının bir sorunu olduğu, Kıbrıs Türk azınlığına bazı azınlık hakları verilerek bu sorunun çözüleceği şeklinde algılamakta… 1974’den sonra başarılı Rum propagandası ve ısrarlı Türkiye-Kıbrıs Türk tarafı siyasi hataları sayesinde bu soruna bir de “işgal” ve ona bağlantılı “yerleşikler”, “göçmenler” “mal mülk” gibi güncel boyutlar eklendi.

Rum kesimi tüm adanın “tek meşru hükümeti” olarak tanındığı sürece, AB üyeliği, BM ve diğer sürüyle uluslar arası kurum ve kuruluşta Kıbrıs koltuğu falan sahibi ve Kıbrıs Türk tarafı da “meşru hükümetten hak talep eden azınlık” olarak görüldüğü sürece Rum tarafının adada çözümü istemelerinin sebebi yoktur. Dolayısıyla, on yıllardır Türk tarafına hep “siz bir ödğn verin biz Rumlara baskı yapalım onlar da ilerlesin” denmeye devam edilegelmiş, bu yaklaşım hiçbir sonuç getirmemiştir.

Şimdi ne diyor Downer?
Rum tarafı siyasi sıkıntılar, ekonomik meseleler, yaklaşan AB dönem başlandığı ve 2013 cumhurbaşkanlığı seçimleri falan filan gibi sebeplerle duvara dayandı, ilerleyemiyor ama arkasında Rusya var, Fransa var, Çin var 2004’de olduğu gibi onları suçlayan bir rapor yine sümenaltı olur… Türk tarafı ilave adımlar da atsın, 4 Ocak paketini boş verin, 7 maddeyi çöpe atıp çapraz oyu şartsız şurtsuz kabul edin, sürecin önünü açın. Rumlar yine ayak sürürse bu sefer BM genel sekreter onların canına okur…

Özetledim ama aşağı yukarı bunları diyor, değil mi sayın Özkan Yorgancıoğlu ve onunla birlikte Downer’i dinleyen gazeteci arkadaşlar? Eksik yazdım mı? Evet, haklısınız, eksiği var… Downer diyor ki eğer süreç bu sefer de Türk tarafı çapraz oyda ayak sürüdüğü için çökerse çöküşün sorumluluğu Türk tarafında olur…

Vay be! Rum tarafı milim kımıldamayacak, karnım ağrıyor, başım ağrıyor, malum dönemdeyim akıntım var falan çeşitli mazeretler arkasına saklanacak, BM genel sekreteri bile “Yetti yahu” diye Hristofyas’ın yüzüne bağıracak, ama sürecin çökmesine suçlu aranınca fatura Kıbrıs Türk tarafına kesilecek.

Sevsinler Downer’i de, genel sekreterini de onlara çanak tutan yerli bataklık siyasetçilerini de!
BM uzun bir süredir masaya paket koyma çabasındadır. Kıbrıs Türk tarafı bu çabalara engel olmak gibi bir gayretkeşlik içerisinde değildir ancak süreçte ele alınanların ve tarafların BM’ye sundukları “pozisyon kağıtları”nın dikkate alınmasının başarı için yararlı olacağı görüşündedir. Şimdi BM genel sekreterinin ve Downer’in “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” maksatlı şantajvari suçlamalarını iyi değerlendirmekte yarar var…
Yoksa, Mart sonunda bu işin ya 2013’e kadar uzatmaya, ya da 2013’e kadar uzatmaya gitmekte olduğunu artık hepimizin görmesi lazım. Genel sekreter başarısızlık istemiyor. ABD’si, İngiltere’si ve diğerleri bu sürecin de başarısızlıkla sonuçlanması durumunda Kıbrıs Türkünün bazı ilave talepleri olacağını görüyor, aman ha süreç bitmesin, Rum AB dönem başkanlığı ve 2013 Şubat başkanlık seçimi sonrasında devam edilsin, bu arada düşük düzeyde temaslar olsun arzusundalar.

Türkiye arada bir “B planı” diyor ama ne olduğunu kendine bile söylemeye cesaret edemiyor. Tayvan modeli mi, adada iki ayrı devleti eş zamanlı tanıma mı ne kendine bile seslendiremiyor… Tek dediği bu iş 2013’e kalmasın, Haziran sonuna kadar ya çözüm olsun, ya süreç başarısız oldu denilsin, herkes kendi yoluna gitsin…

Bu arada hidrokarbon meselesi, İsrail’e gaz sıvılaştırma tesisi örtüsü altında beş bin asker konuşlandırabileceği, 15 bin kişilik nüfusa sahip olacağı bir üs-kasaba tesis edilmesi görüşülüyor um başkanlık ofisinde Israil’in başbakanı ile…
Sonra silahsızlandırılmış ada, Türlk askerlerinin çekildiği çözüm falan deniliyor…

Ya birisi bizimle dalga geçiyor, ya da...
Sahi, neler oluyor?
Bu haber 1750 defa okunmuştur

:

:

:

: