İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat geçenlerde bir televizyon programında “müzakerelerin geldiği aşamanın, olası B planını da uygulanamaz yaptığını” savundu.
Hiç şaşırmadım. Ne diyecekti yani? “Derviş Eroğlu bu işi iyi götürdü… Süreç Rum tarafı yüzünden çıkmaza girdi. Ben cumhurbaşkanı olsam aynı sonuç alınırdı” diyebilir mi hiç? Veya dese “normal” olur mu?
Siyaset iddia işidir. Sayın Talat Sayın Eroğlu’ndan ve diğer adaylardan cumhurbaşkanlığını daha iyi yapacağını iddia etmiş, görev yaptığı dönemi dikkate alan Kıbrıs Türk seçmeninin yarıdan fazlası “Cık, doğru konuşmuyon be Talat” deyip, görevi iki yıl önce Eroğlu’na verdi. Doğal olarak Eroğlu da görevi Talat ve diğer adaylardan iyi yapacağını iddia ediyordu.
Talat yavaşça tekrar adaylığa hazırlanmıyor mu? Daha erken, ama niye olmasın? Sağlığı Allaha şükür (ve Oya hanım himayesinde) yerinde. Solda daha muteber aday var mı? Belki Mustafa Akıncı, ama o da torun bakmaya çok meraklı, siyasete “Aman ha, bir kere şıktım bir daha asla dönmem” diyor. Ferdi Sabit Soyer veya sevgili dostumuz Çakıcı… Yahu paniklemeyin, Alaadin Çakıcı demedim, Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) Genel Başkanı Mehmet Çakıcı’dan bahsettim. O pek inanmasa da Ferdi Beyi çok severim. Ancak, doğruyu söylemeli. Ferdi Bey iyi insan hoş insan ama başarısız bir siyasetçi ve kendi partisinden bile oy alacağı şüpheli.
Çakıcı ise iyi bir psikolog, durumu en iyi kendisi teşhis edebilir. Affına sığınarak söylüyorum, devamlı bağırıp çağırmak, herkese ve her şeye karşı çıkmak ilgi çekebilir. Filibuster yeteneği de takdir edici. Ama iri gövdesine rağmen cumhurbaşkanlığı koltuğunu tam doldurabileceğine veya o öyle bir koltukta otururken Kıbrıs Türk halkının çoğunluğunun en az Talat’ın görevde olduğu dönem kadar cumhurbaşkanlığına güven duyabileceğine inanmıyorum.
Sözün özü Talat sol cenahın doğal adayı gibi duruyor şimdiden. Dolayısıyla siyasi mülahazalarla kelam etmeye fazla ihtiyacı yok gibi geliyor bana. Nitekim “müzakerelerin geldiği aşamanın, olası B planını da uygulanamaz yaptığını” iddia etmesi fazla yanlış gibi gelmedi bana.
Tamam, bende bir miktar deformasyon olabilir. Kafa karışıklığına da hiç yok demem. Hatta, sol cenah solculuğu Rum tarafının sözcülüğü anlayışı terk edebilse, azıcık uluslararası pratik dikkate alınıp “ulusal” olabilse ben de övünerek “solcuyum” diyebilirim. Yani alerji falan duymuyorum, sosyal adaletçi, hürriyetçi ama halkını diğer halklardan daha fazla seven ve yücelten bir siyasi çizgiye kucak açmaya hazırım. Her neyse, lafı kimin söylediğine göre değerlendirmek (maalesef KKTC’de hem sağın hem de solun geleneksel hastalığıdır) yerine, neyin söylendiğine bakmak daha doğru olacaktır.
B-Planı Ankara’daki “Komşularla Sıfır Sorun” siyasetini ortaya atan aynı mimar tarafından çizilmiş bir projedir. Gelişmeler ve uluslararası ortam sayesinde en azından şimdilik çok şükür “Komşularla Sıfır Sorun” siyasetinin “Komşularla sıfır dost” siyasetine dönüştüğü gibi hazin bir sonuca bizi mahkûm etmemiştir.
BU SÜREÇ BİTTİ, YAŞASIN YENİ SÜREÇ
Sevgili yoldaş Demetris Hristofyas’ın havlu atması ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “aday değilim” ilanı aynı zamanda İbrahim Gambari mutabakatı ile başlayan ve kaç yıldır patinaj yapmaya devam etmemize neden olan son sürecin de doğal ölümünü duyurmaktan başka bir şey değildi.
Daha önce de yazdım. Aylardır gerek Cumhurbaşkanı Eroğlu ve ekibi gerekse Ankara sanki B-Planı ile çözüm filan olacakmış gibi bir hava içindeydiler. Doğrudur. B-Planı geliştirilmesi acil ihtiyaçtır. Hatta çöken Kıbrıs siyasetini Ankara B, C hatta D, E, F planları ile takviye etmeli, Dede Korkut masalları veya Arapların 1001 gece gibi masallarla “çeşitlilik” kazandırmalıdır. Hatta belki bir süre yeşil kalemler falan kullanmak da yararlı olabilir, malum yeşil ada falan hikâyesi.
Talat da biliyor, Eroğlu da, Ankara da… Tüm Kıbrıs’la ilgilenen uluslar arası aktörlerin ve Kıbrıs Rum tarafının gayet iyi bildiği gibi. Kıbrıs sorunu adanın iki halkı, toplumu, insan grubu, ne derseniz deyin, ilişkisinde ancak ve ancak ya üstte ya da altta eşitlik sağlanması halinde mümkün olacaktır.
Nasıl yani?
Ya Kıbrıs Rumlarından “Adanın tek meşru hükümeti” unvanı geri alınıp onlar da Kıbrıs Türkleri gibi uluslararası toplum açısından “toplum” düzeyine indirgenecek, ya da Rumların o ayak bağı unvanı bir kenara bırakılıp, adada iki eşit ve meşru devlet olduğu kabul edilecek.
Ancak bu iki halden birisi yürürlüğe girer veya fiili olarak uygulamaya konulursa işte ancak o zaman Kıbrıs Rumları açısından adada çözüm bir öncelik haline gelebilir. Yoksa, her şeyi olan Kıbrıs Rumları niye durduk yere Kıbrıs Türkü ile egemenliği, toprağı, yetkiyi paylaşsın?
En baştan beri Kıbrıs görüşmeleri yanlış zeminde devam ediyor dolayısıyla da hep duvara tosluyor. Bu defa gerçekçi bir zeminde bu iş başlamalı, önceden ne kadar süreceği belirlenmeli ve boşanma da seçenekler arasında muhakkak olmalıdır.
Elbette son görüşme süreci “son fırsat” değildi, yenisi de eğer düzgün bir zemine oturtulamaz ise, “son fırsat” olmayacaktır.