Muhakkak ki Kıbrıs Türk halkı herhangi bir kişinin, derneğin, cemiyetin, sendikanın veya partinin tapulu malı değildir. Velev ki birisi veya birileri kendinde “tapu” vardır, zannındadır, zamanı gelir ne büyük yanılgı içerisinde kendi kendini kandırdığını öğrenir. O kadar…
Muhakkak ki Kıbrıs Türk halkının önde gelen siyasetçileri, düşünce adamları, sanatçıları, sendikacıları, gazetecileri vardır. Muhakkak ki bu şahsiyetlerin tümü de kendi çaplarıyla mukayeseli olarak Kıbrıs Türk halkının daha müreffeh olması, daha güzel bir geleceğe sahip olması için kendi alanlarında gayretler içerisindedirler.
Ve elbette, Kıbrıs Türk halkı içerisinde de tüm diğer halklarda oldu gibi muhterisler, ihtiraslı yeteneksizler, kudretli beceriksizler, süzme yozlaşmış çıkarcılar, kardeşine bile kazık atmaktan, dolandırmaktan zevk alan benciller vardır.
Mesela, lider, lider deyip, milli dava naraları atıp mangalda kül bırakmayan bazı milliyetçilerin nasıl olur da büyük önder Rauf Denktaş’ın cenaze merasimini çıkara dönüştürebildiklerini anlamak kolay değildir… Ama, Maliye Bakanı Ersin Tatar’ın çevre düzenlemesi, temizlik, çiçek ve sair hizmetler için milyon liralık faturaya “Bu ne soygun be kardeşim” deyip inceleme başlatmasıyla hep beraber gördük, mümkünmüş…
Yuh ki ne yuh bu acınacak halimize…
Büyük liderimiz Denktaş’a kabrinde bile azap yaşatmak değil midir bu rezalet?
Bu mudur milliyetçilik? Bu mudur liderin arkasından yürümek? Bu mudur dasvaya sahip çıkmak?
Ne diyor Türkiye’deki uzun, aksi ve her daim bağıran zat-ı muhterem? Edep yahu!
* * *
Geçtiğimiz haftanın en önemli olaylarından birisi de Cumhurbaşkanımız Dr. Derviş Eroğlu’nun doğrudan görüşmeler sürecindeki özel temsilcisi Kudret Özersay’ın görevinden affını istemesi veya görevden ayrılma durumunda bırakılmasıydı.
Öncelikle, altını çizerek belirtmek gerekir ki hiç kimse vazgeçilmez değildir. Elbette her yiğidin kendine göre yoğurt yiyiş tarzı vardır ama nasıl “her doğan bir gün ölümü tadacak” diyor ise İslam’ın kutsal kitabı Kuran, bu dünyada herkes her anlamda ölümlüdür. Kim daim olabilmiş ki?
Nasıl göreve gelinir veya getirilirse bir şahıs, görevden de ya getirenin, getirenlerin iradesiyle veya kendi iradesiyle de zamanı gelince “buraya kadar” denir. Sebep şu veya bu, o kısmı detay. Mesele görevde iken görevin gereği yapılabilindi mi?
Özersay ciddi bir şekilde, Cumhurbaşkanımız Eroğlu’dan aldığı talimatlar doğrultusunda Kıbrıs’ta iki halkın ve iki devletin tekrar bir ortaklık tesis edebilmesi için 2010 yılından bu yana çok ciddi bir gayret gösterdi. Yanıltmadı kimseyi. Basına pek açık değildi ama gerek yayınlanmak üzere gerek yayınlanmamak kaydıyla verdiği bilgilerle doğru fotoğraf sunmaya gayret gösterdi, kimsede sahte umutlar yeşermesi çabası içerisinde olmadı.
Sonra? Belki görevinin verdiği öz güven, belki Eroğlu ile yakın çalışma içerisinde olmasının yarattığı “ben oldum” hissi ama bence daha ziyade halkının karşı karşıya kaldığı siyasi seviyesizlikleri görerek düpedüz isyan ruh hali içerisinde şu meşhur “#toparlanıyoruz” hareketinin düğmesine bastı.
Hareket toplumda cevap buldu, kısa zamanda genişlemeye, tabanını kuvvetlendirmeye başladı. Ne sağda, ne solda olma iddiasıyla değil, dürüst siyaset, temiz toplum, hesap verir yönetim” gibi bazı temel demokrasi ilkeleri içerisinde sanki bir siyasi parti gibi ama partiler üstü bir oluşuma evrildi “#toparlanıyoruz” hareketi.
Bu durum görevi ile uygun muydu?
Cumhurbaşkanının “partiler üstü” olması anayasal prensibiyle uyuşuyor muydu?
Sonuçta bir devlet memuru olduğuna göre Özersay, bu gelişme kamu çalışanı kavramıyla uygun muydu?
Durum açıktı…
Cumhurbaşkanı Eroğlu gelişmelerden rahatsız oldu… Rahatsızlığını açıkça hem de bir televizyon oturumunda belirtti.
Dahası, berhava olan görüşme sürecinde özel temsilciye de gerek yoktu artık…
Olması gereken oldu, Özersay istifa etti.
Şimdi ne olacak? #toparlanıyoruz hareketi siyasi partiye dönüşecek mi?
Doğrusu çoğu kişinin samimi düşüncesi “inşallah olmaz, bir düşünce platformu olarak siyasetin yeniden yapılanmasına katkı koyar” şeklinde… Geçen hafta da yazdım. Siyaset boşluk kaldırmaz ve KKTC siyaset sahnesinde hem sağda hem de solda çok ciddi bir boşluk var bugün. Halk hem Ulusal Birlik Partisi’nden hem de Cumhuriyetçi Türk Partisi’nden yaka silkmiş, umudunu kaybetmiş vaziyette. Diğer iki orta boy parti ise bırakın halka umut olmayı, kendi içlerinde bile umut olamamakta.
Bu boşluk dolar, doldurulmalıdır. Bunu #toparlanıyoruz hareketi yapabilir mi?
Bakalım, göreceğiz…