Kıbrıs Türk edebiyatından…

Bazı sanatçılar çok yönlüdür. Yaradılışın onlara verdiği armağan olmalı… Neye dokunsalar, altına çevirir misali, her şey ellerinde başkalaşır, değişir, güzelleşir…

Özden Selenge…

Harid FEDAİ
Özker YAŞIN
Fikret DEMİRAĞ
Osman TÜRKAY
Mehmet Tahir DOLUNER
Süleyman ULUÇAMGİL
Mehmet KANSU
Neriman CAHİT
Ali NESİM
Özden SELENGE


Bazı sanatçılar çok yönlüdür. Yaradılışın onlara verdiği armağan olmalı… Neye dokunsalar, altına çevirir misali, her şey ellerinde başkalaşır, değişir, güzelleşir…
Bence çok yönlü sanatçılardan en önemlisidir Özden SELENGE… İsminin önüne istediğinizi rahatça koyabileceğiniz kişidir: ressam- yazar- romancı- öykücü- tiyatro yazarı… Hangisini deseniz öteki darılır gibi gelir bana…

Her resim sergisinde aynı konuşma geçer aramızda… “ Ne olur siz sadece yazın… Durmadan yazın…” derim. O da bana “ Resim yapmazsam bir yanım ölür…” der. Haklıdır elbette, ben bencillik yapmış olurum.
Resim sergileri dışında adını, önce tiyatro oyunlarıyla duydum ben. 7’si sahnelenmiş 9 oyunu var. Hatırlayacaksınız “ Annem Niçin Miyavladı” Hatta bu oyunda şimdi seramik sanatçısı olarak tanıdığınız Ayhatun ATEŞİN de başrolde oynamıştı. O zaman Devlet Tiyatroları vardı, sonra yandı,bitti, kül oldu…

Sevgili Ayhatun çok da başarılıydı. Keşke tiyatroya da devam etseydi. Oyun seksenli yıllarda çok yankı bulmuştu.
Daha sonraları sık sık yollarımız kesişti, Özden Selenge’yle… Her yazdığını neredeyse ilk okuyan oldum. Şiir tadında, masalsı anlatımlar…

Önce öyküleri geldi:
ÇİÇEKLENEMEYİZ BİZ ERİK AĞACI: (1987)(Benim kütüphanemde olmadığından bilgi veremiyorum.)
GECEYE AÇAR GECETÜTENLER (1993) : İçinde 6 öykünün yer aldığı kitabın arka sayfasında yazar, kendini şöyle anlatıyor:

“ Çocukluğunun en kirletilmemiş akını, olduğu gibi bıraktı. On beşlerinde akı biraz kırdı. Yirmilerine misk kokulu portakal rengini vurdu. Otuz beşli yıllarını grilerden arındırıp en ateşli gülpembelerine ve aşkın rengine, menekşelere boyadı. Kırklarının merdiveninden alacaları aşağıya atıp en üst basamağına çılgın ağustos sarılarıyla çıktı.”

Bir ressamın diline en çok renkler yakışır elbette… Kitabın ön sayfasında şöyle yazmış. “ Sevgili Ayşe Tural’a teşekkürlerimle… Sözleriniz ve düşünceleriniz bana güç verdi… 18 aralık 2000…” O yıllara geri dönüyorum bir an… O yıl, Kıbrıslı yazar olarak Selenge’yi seçmiştim. Kazakistan’da AHMET YESEVİ ÜNİVERSİTESİ’nde sunduğum bildiride onun romancılığını tanıtmıştım. Kürsünün önüne de kocaman fotoğrafını asarak… Çevre üniversiteler de etkinliğe katılmıştı. Tüm öğrenciler ve hocaları sunum sonrasında ayakta alkışladılar, beni kutladılar ve keşke yazarı da görseydik dediler. İnanılmaz bir gün olmuştu benim için… Sanırım izlenimlerimi kendine aktardıktan sonra yazılan satırlardı bunlar da…

Ardında FİNCANDAKİ KRALİÇE çıkar. ( 1993) Bu öykü kitabı iki baskı yapar. ( 1996) Adından da anlaşılacağı gibi İngiliz dönemine ait anı- öyküler yer alır. Yazar kitabını yirmi gün içinde arka arkaya kaybettiği anne ve babasına adar. İlk sayfalarda da bir ağıt yer alır.

AĞIT
“Gülüşleriniz uçtu
Kondu
Gülün pembesine
Örttü çiğdem yüzünüze
Acı sarısını
Yığın yığın yolunda akını
Yaseminler
Üstümüze.
Tütsünüzü verdi
Kapıeşiğindeki
Gecetütenler.
Ve
Yükseklerden el salladı
Hurma ağacı
Hüzünle.”


Sevilenlere vedadır, mendil sallayıştır bu dizeler… 7 öykü yer alır kitapta… Şiirsel ama hayatın tam ortasından öyküler. Öykülerinde öyle güzel anlatır ki, fırçasını bandıra bandıra renklere boyar her şeyi… Film gibi canlanıverir her kişi de er kişi de…


Artık ROMAN vakti gelmiştir. Mevsimi gelmişken, elini çabuk tutar ve yazmaya başlar. Sevdalısı olduğum “SANA SEVDAM SARI” gün yüzüne çıkar. ( 1998) Boy verir zambak misali… Bir güzel anlatır ki yazar, okumaya doyamazsınız… Masal gibi, ağıt gibi, efsane gibi, destan gibi… Ne deseniz ötekine az gelir misali…

Bu ilk romanı ile Selenge, usta bir roman kurgusu, şiir yüklü akıcı dili, olağandışı anlatımıyla okuyucuda derin izler bırakır yazar…

1999 da LALE YÜREĞİN BEYAZ’la bir roman daha çıkagelir; ama ne geliş… O yılların Lefkoşa’sında bozbulanan su misali insanları anlatır, eski Lefkoşa’nın değişen çehresine ayna tutar. AŞK en güzel şekliyle çıkar gelir, oturur karşınıza… Şiirsel söylemlerle, masal diliyle aklınızı başınızdan alır sevgili Selenge…

“ Ölesiye sevdaların has evi, has bahçesi ise bir yürek, isterse dünyada her şeyin sonuna iri iri noktalar konsun, aldırmaz, bir sultan edasıyla tahtını kurar, oturur o has evde, has bahçede binbir kurumla…”

Kitabın arka sayfasında şöyle yazar:

“Eski Lefkoşa’ya sıkış tıkış doluşup, on umut arayıp da birine razı insanlar. Eski Lefkoşa’nın en eskilerinin, en derininin ve şimdilerin yaşanmışlıkları. Yaşananlarda, duruşunu belirlemekte zorlanan insanlar…
Düşüp de düşlerinin peşine, onu yakalamayan, yakalayıp da hemen yitiren, kırılan insanlar…
Yüreği, düşleri güzel, düşleri yalan insanlar. Ve sevda insanları. İnsan sevgisinde buluşanlar, uzlaşanlar… “

Eserlerinde Kıbrıs insanının hayata bakışı, yöresel anlatım ve konuşmalarla adeta sizinledir. Gelenekler, alışkanlıklar, konuşmalar olduğu gibidir, ne eksik ne fazla…
Abartısız, oldukça yalın ama şiir tadında cümleler sizi alır götürür. Bir de mutlaka her romanında bilge kişiler çıkarır karşınıza… Her ne diyeceği varsa ona dedirtiverir ustalıkla…
Aşklar yalım yalımdır, ateş ateştir, dokunsanız yüreğiniz yanar…
Onu sevgiyle sarıp sarmalayanlara, arayıp soranlara da her kitabında “ yüreğinin en dolu ve çiçeklenmiş sevgileriyle… “ teşekkür etmeyi de ihmal etmez…
BONCUKLAR SENİN OLSUN’la (2001) merhaba der, tekrar… Öyküye haksızlık etmemek adına… Aynı tat, aynı koku vardır bunda da… Biraz soluklanır… Elbette ardından roman gelecektir.
ALKYONE DENİZ KUŞU çıkagelir 2003’te…
Bu kitap daha bir özeldir onun için… İkiz torunları YAĞMUR ile EYLÜL’e ithaf eder. Onları masal kuşlarına benzetir. Onlara “ Gönül evimizin masal kuşları…” der.
Aynı destansı anlatım sürer. Kıbrıs ağzının en güzel örneklerini verir kahramanların ağzından… Her biri Selenge’dir aslında… Ondan parçalar taşır. Anılarına yolculuklar yapar sık sık… Zaten yazarlar en bildikleri olduğundan kendilerinden başlarlar yazmaya… Ülkesinden uzak kalan, sonra bıraktıklarının sadece gölgelerini bulan insanın bir tuhaf ruh halini yaşar ve anlatır…
304 sayfalık roman ancak iki yılda tamamlanmıştır. Oya gibi işlemiş, o güzel el yazısı ile sayfalar donatmıştır sevgili Özden…
Kitabın arka sayfasında kucağındadır masal kuşları EYLÜL ve IRMAK… Mutlulukla gülümser. Şöyle der:
“ Seksenli yıllarda, savaş sonrasında, değer ve değer yargılarının sarsıya uğraması, zaten yanlış işleyen düzeni ve kurumları etkiler. Yazar, kendisini en derinden yaralayan eğitim ve sağlık kurumlarını daha çok yansıtır.
Varolan bu dizgenin, insanımıza olumsuz olarak yansımasını, buna başkaldıranların çileli kavgasını, yurdunun ve insanının eski yaşanmışlıklarına, derinlere bir yolculuk yaparak aktarıyor yazar.
Zaman zaman mizahı çok ölçülü ve ustaca kullanarak, okuyucuyu gülümsetirken, acıtan gerçeklerin de altını çiziyor.
Yine şiirsel, akıcı, ustalıklı bir dil, kurgu, özgün doğa ve ruhsal betimlemeler ve estetiksel bir düzey var.
Destan tadında söylemler, masalsı, gizemli, esrik tutkular, özenle seçilmiş sözcük öbekleriyle aktarılmış.
Yüz akıyla, emekle ortaya çıkan yazınsal bir yapıt “ Alkyone Denizkuşu…”
Bu arada durmadan resim sergileri açıyor, ödüller alıyor yazarımız. O harika bir ressam aynı zamanda… Romanlarındaki masal kuşları, hayalleri şekillenip konuyor tuvalin üstüne… Evler, insanlar, aşklar nakış nakış işleniyor maviler, morlar, sarılarla… Bitmeyen bir şarkı gibi…
Yazmaya doymaz, durmadan yazar sağlık sorunlarıyla boğuşurken… “ Yazınca acılarım azalıyor…” demişti onu ziyarete gittiğim bir gün… Bilgisayara bir türlü ısınamadı. Hep o güzel el yazısıyla yazıyor hala… Neyse ki yazıma alıştılar, kolayca geçirebiliyorlar, diye de ekliyor.
Gazi Eğitim Enstitüsünde resim eğitimi alıp yıllarca devlet okullarında öğretmenlik yapar. Hem yazma hem de resim yapma tutkusunu yan yana yürütür. Aslında birinde yorulunca diğerinde dinlenir.
Fırsat buldukça ADA tv. olarak sık sık evinde ziyaret edip çekimler yaptık. Her zaman sevinçle karşıladı bizi; biz de çiçeklerle kapısını çaldık …
Bu yıllarda daha çok zaman ayırır minyatür resme… Altın yaldızlarla süsler. Her resim aylarını alır neredeyse. Romancı titizliği elbette ressam yanında daha da ağır basar. Minicik figürler, alabildiğine ince detaylar izleyeni yorar ama onun yüreğini bir kuş gibi kanatlandırır. Her sergisinde yeniden doğar, aydınlık yüreği ve parlayan gözleriyle…
Yaşamınızın vazgeçilmeziyse yazmak, durmadan koşarcasına yazarsınız. O da öyle yapıyor. 2007’de SAHİDEN (anı) kitabıyla bizimle oluyor. Aslında bir romanda koşarken yabani atlar gibi; yanında tay misali bir başka roman yazılmaya başlıyor. Nefes nefese bir yolculuk başlatıyor yazar…
2010 yılında sanırım 3 yılın ürünü olarak doğuyor “ KORKMA AY DOĞACAK” Çıkan kitapları arasında en kapsamlısı, 505 sayfa… Kitap sonunda bir de sözlük var, Kıbrıs ağzı ile kullanılan sözcükleri açıklayan.
Kitabın ilk sayfasında: “ Sevgili Gönül İnsanı Ayşe’ye… Hayatına sadece ay değil, güneş ve yıldızlar doğsun… Dostlukla… “diye yazıp imzalamış.
Kitabın kapakları masal kuşları YAĞMUR ve EYLÜL’ün yaptığı resimlerden oluşuyor. Ne büyük mutluluk… Bundan daha güzel ne olabilir ki!
Kitap, hayatının baharında bir trafik kazası nedeniyle aramızdan ayrılan SUAY DOĞAÇ’a adanıyor… Ne büyük acıdır, ne bitmeyen dinmeyen ağrıdır kim bilir, Ülkü ve Ertan Doğaç için…
Kitabın arka sayfasında şöyle yazıyor:
“ Yazar, bindokuzyüzlerden, ikbinli yıllara değin Kıbrıs’ın insanının, her bağlamda ilişkilerini, çarpıcı bir kurgu ve olaylar çerçevesi içinde anlatır. İnsan, mekan ve zaman da irdelenir. Yurdumuzun karabasanı olan toplumsal çatışmalar, cehennemi acılar, kayıplar, yaslar, göçler, tek değer yargısıyla, zengin ve akıcı bir dille, özgün betimlemelerle aktarılır. Ve hüzünlü aşklar… Anlatımı yine şiir yüklü, destansı, hem gerçek hem düşsel…
Yazar, insan onuruna çok yaraşan BARIŞ’a olan inancını ve özlemini hiç yitirmez. UMUT hep vardır.; karanlıklar sonrasız olamaz. Güneş batarsa AY ışıtır insanı…
Okumaya başladınız mı elinizden bırakamayacağınız bir kitap… Sevgili Selenge bu kitapta uzun uzun betimleme ve tanımlarla sanki bize de öğretmeye çalışıyor gibi yazın dilini…
Romandaki tipler tanıdık geliyor insana… Bu, şuna benziyor… Benim nenem gibi… Sanki da Şerife Deyze… Rum komşular… Çocukluk kavgaları… Köydeki hayatımız… Cemaliye Abanın ta kendisi… diyorsunuz okurken…
Son görüşmemizde bitirmek üzere olduğu kitaptan söz etmişti. Adını söylememişti elbette… Belki de tam karar vermemişti… Hatırlamıyorum. İlk fırsatta kapısını çalıp bir kahve içmeliyim. Aslında yazarlar, rahatsız edilmekten pek hoşlanmazlar bu nedenle ürkerek çalarım kapısını ama o her zaman çok mutlu olur beni gördüğüne…
Kıbrıslıyım diyen herkesin evinde tüm kitapları bulunmalı, diyorum ben… Geçmişimiz geleceğimiz var içinde… İnsanımızın hayata bakış açısı, sosyal yaşantısı capcanlı duruyor… Sayfa sayfa çevirip okuyacaksınız sadece… Nice kitaplarında ve sergilerinde buluşmak dileğiyle…

13 EKİM 2012
GİRNE
Bu haber 3070 defa okunmuştur

:

:

:

: