Vapur İstanbul Boğazı'nın denizini yara yara ilerliyordu. Geride kalan Dolmabahçe Sarayı sayısız karelerle objektifime düştü. Güverte tıklım tıklım turistlerle doldu. Sevdikleri ile sarmaş dolaş ellerinde model model fotoğraf makineleri, kameralar her görünülemiş oldukları objenin sonunda “Tanrı'm bu nasıl bir manzar, bu nasıl bir güzellik, eşi benzeri olmayan muhteşemlik” diyorlardı. Gözlerimin önünden Dolmabahçe Sarayı Atamızın içerde yaşamış olduğu muhteşem saray... Benim yüreğimde dünya var oldukça, Atamız hep orda duracak. Yüce gücünü üstümüzden hiç çekmeyecektir.Vapur ilerledikçe martılar kendi nağmelerini mırıldanarak sağımızdan, başucumuzdanhavada süzülerek o muhteşem manzaranın karşısında adeta bütünleştiler. Güvertede bulunan seyyar satıcıların arasında simitçiler sanki sözleşmiş gibi. Hepimizin ellerinde simitler martıların karınlarını doyurmaya başladık. Gökyüzü berrak vapurun ilerlemesini arkadan gelen bembeyaz köpükler... Sağlı sollu İstanbul'un güzelliklerle yüklü mekanları, manzaraları ve yavaşyavaş görünen adalar. Yarabbim! Nasıl bir lütuf. Bağışlayan, yaratan Yüce Rabbim bakmaya görüntülemeye doyamadım. Çok uzun zaman önce gitmiştim biricik ailemle. Bu kadar güzelmiydi Adalar. Aslında değişen bir şey olmamıştı. Ama aradan geçen zaman bana bu güzelliği unutturdu. Her İstanbul'a gelişimde can dostlarımdan Adalara gitmemizi rica etmiştim, kısmet değilmiş. Hani derler ya herşeyin bir zamanı var, zamanı şimdi imiş. Yavaş yavaş ilerleyen vapur tek tek geride bıraktı küçük küçük adaları içinde barındırdığı güzelliklerle yüklü konaklar, manzaralar ve işte Büyük Ada. Vapur rıhtıma yanaştı ve demir attı. Kafeler, hediyelik eşya mağazaları tam girişte meydanda kocaman bir saat kulesi ateşi pembe renkli cemile çiçekleri ile kucak kucağa her gelen yolcuya alımlı bir eda ile hoşgeldiniz dercesine gelene gidene gülümsüyorlar.Sıra sıra dükkanlar fastfood, döner gibi yiyecekler çok meşhur olan taşfırın, pideci adanın en leziz pideleri. Luna parkın ilerisinde Mavi isimli restorant dillere destan, güzel bir kahve içmek için Starbucks yerine yerel esnaftan içmenizi tavsiye ederim. En yüksek tepesinde Aya Yorgi Kilisesi yüzyıllar boyu insanları ağırlıyor. 23 Nisan, 24 Eylül tarihlerinde Müslüman, Rum, Ermeni ve Yahudi yüce tepeye çıplak ayakla çıkıyorlar, adak adamak için yol boyu taşlardan maket yaparlar yol kenarına. Nisan ayında adamış oldukları dilekler gerçekleşirse Eylül ayında tekrar teşekkür etmek için gelirler akın akın. Dört bir tarafı ormanlık yeşilin bütün tonları harmanlandı içiçe her adımda insanın içini derin bir huzur kaplar dörtbir tarafı deniz. Masmavi huzur yüklü ve yeşille bakışmalar iki ayrılmaz aşık. Mavi, yeşil bir yanda bereket bir yanda huzur sessiz sakin birbirinden güzel.Konaklar bahçeli rengarenk çiçeklerin arasında. İster bisikletle dolaş ister yaya. En güzeli romantizm yüklü olan fayton iki atın çıkartmış olduğu nal sesleri bir şarkı gibi kuşların sesine karştıkça hiç bitsin istemezsşnşz. O an ve ilerleyen zaman tepenşn yamacında mola verdik. Çaylarımızı yudumlarken manzaranın güzelliği bizi bir o kadar mutlu etti. Tepenin yamacında yol kenarında sayısız özgür atlar, bakışlarında o kocaman gözlerinde sadece sevgi akıyor. Yolun diğer tarafında (Şehit Ormanı 18 Mart 2006) yürekler acısı gencecik ana kuzuları ard arda asılı sanki plakalar gibi. Terör Allah kahretsin bütün o güzelliğin karşısında içim acıdı, yüreğim yandı. Gözlerimden yaşlar boşaldı. Bu haksızlık dedim. Bu olmaz, olamaz, olmamalı bir çare yok mu? Bu acımasızlık, haksızlık bitmeli, son bulmalı.
Fayton ilerledikçe çevre kirliliği bariz bir şekilde gözler önünde, insanı rahatsız edecek şekilde çok ağır bir koku, deniz kenarında sanki denizle içiçe atların barınakları. Aman Tanrım! Çevre kirliliği burada dehşet verici çok süratli geçmek zorunda kaldık. Konakların olduğu yere geldikten sonra derin bir nefes aldık. Konakların arasında pespembe kocaman bir konak üzerinde şöyle yazı “Yaşar Nuri Güntekin bu evde yaşamıştır” 1892-1956 tekrar tekrar duygulandım. Acaba biz sanatçılar öldükten sonra mı kıymetimiz bilinecek. Birbirinden güzel konakların arasından geçip fayton gezimizi tamamladık. Tam gezinin ücreti 70 TL., yarım 30 TL. Sıra sıra dizilen faytonların yolcularını bekliyorlar. O görünüş bir başka güzellik. Atların mesaisi, bakımı, beslenmesi, tımarı, dinlenmesi hep programlı. Günde sekiz saat çalışıyorlar. Faytoncularla konuşursanız konuşurlar hepsi antremanlı.
Büyük Ada'dan Sedef Ada'nın seyrine doyum olmaz. Adeta insanı büyülüyor. Büyük Ada'yı bir günde gezmek, görmek yetmez insana. Bir gece konaklarsa insan anca o zaman doya doya bu eşsiz adayı gezebilir ve görebilir. Orada alınan tatlar bir başka sanki, temizhavası insanı acıktırır. İçilen içecekler yenen yemekler bir başka tat, lezzet. O balıklar, midyeler, kalamarlar, şarabın, rakının tadı anlatmakla olmuyor. Kışın her taraf bembeyaz bir başka güzellik insanın başını döndürüyor. Kalemim anlattıkça anlatmak istiyor bu eşsiz güzelliği....
Sizi Seviyorum