Ayak bağlarından kurtulmak

Kıbrıs’ta çözüm elbette ki Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk halkının öncelikli talebidir. Çözüm ne olacaktır? Her ne kadar meselenin kalbinin bu olduğu sanılmakta ise de, maalesef bu konu tali meseledir. Esas konu çözüme ulaşılmasıdır.

Kıbrıs’ta çözüm elbette ki Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk halkının öncelikli talebidir. Çözüm ne olacaktır? Her ne kadar meselenin kalbinin bu olduğu sanılmakta ise de, maalesef bu konu tali meseledir. Esas konu çözüme ulaşılmasıdır.
Çözüm istenci ile çözümün ne olacağı konuları niye bu kadar farklı konulardır?
Konu esasında gayet nettir. Kıbrıs Türk halkı açısından çözüm farklı, Türkiye açısından farklı olabilir. Keza, Rum kesiminde, Yunanistan’da, İngiltere’de ve hatta Kıbrıs’a sadece platonik veya Rus milyarderler gibi “duygusal” ilgi duyan başka çevrelerde, ülkelerde de çözüm için değişik algılar olabilir.

Evet, algı gerçekten çoğu zaman daha önemlidir ama nihayette adadaki iki halk yaşayacaksa eğer çözümü, onlar meselenin doğrudan muhatapları, doğrudan karar vericileri de olmalıdır. Zaten bu nedenle değil midir ki o meşhur ve maalesef çıkmaza itilen, “Kıbrıslılar tarafından Kıbrıs için çözüm” slogan ve son görüşme çerçevesi çizilmiştir?
Türkiye açısından çözüm daha düne kadar, yani Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) öncesine kadar, gayet net idi: “Ne olursa olsun Kıbrıs’ın tümünde veya bir bölgesinde Türkiye’ye hasım bir yönetime izin verilemez. Ya Kıbrıs’ın tümünde dost bir yönetim oluşacak, ya da Kıbrıs’ta birbirine ve Türkiye’ye dost ve yakın ilişki içerisinde iki devletli bir yapı kurulacak. Her halükarda Kıbrıs’ta çözüm görüşmeler ve her iki toplumun rızasıyla olacak.”

Şimdi bu değişti… En azından kısmen değişti.
Doğal da değişmesi; ne Türkiye dünkü Türkiye ne dünya dünkü dünya ne de Kıbrıs dünkü Kıbrıs. 2004 Mayısından bu yana bir kere Rum tarafının adanın tümünü temsilen Avrupa Birliği üyesi olması nedeniyle AB boyutu var… Diğer yandan Türkiye dünkü soğuk savaş döneminin Batı ittifakının uç beyliği değil, tam oynayamasa, sıklıkla burnu kötü kokular saçan bir şeylere de bulaşsa da o artık bir bölgesel güç. Üstelik bırakın küçücük Rum kesimini, çoğu AB ülkesi ekonomileri dibe vururken son on yılda yüzde elliyi bulan kalkınma hızını yakalamış, yavaşlasa da kalkınmayı devam ettirebilen, döviz rezervi tarihinde ilk defa 100 milyar dolar seviyelerine geride bırakmış (tamam borç da felaket artmış ama onu şimdi boş verelim, övünme aşamasındayız) bir ülke…

İsrail özür diliyor, Kürt açılımı yapılıyor, Arap sokağında Türkiye başbakanı o ülkelerin liderlerinden daha fazla takdir topluyor. Tamam, Arap baharını ben de çok eleştiriyorum, kışa döndü de diyorum, yangın yeri oldu Arap mahallesi de diyorum… Ama bir de durum var ortada; Türkiye’nin bölgesel etkisi giderek genişlemekte, kuvvetlenmekte.
İşte bu Türkiye iki konuda kararlı şimdi. İki ayak bağını çözmek, daha rahat ilerlemek istiyor. Birisi, malum, Kürt meselesi. PKK’ya, siyasi işbirlikçilerine ve aymaz güya aydınlara rağmen Kürt meselesini çözmeye uğraşıyor AKP iktidarı. “Vur kurtul” siyasetini “Ver kurtul” siyaseti ile ikame etmeden, ortak bir gelecek kurarak ve halkı ve toprağı ile bölünmeden bir çözüme ulaşmaya gayret ediliyor. Hayatımda ilk defa AKP iktidarını işte ben bu nedenle destekliyor ve Türkiye’nin bekası için başarmalılar diyorum.

Kıbrıs meselesinde ise ikircikli bir yaklaşım var. Bir yandan “müstemleke” anlayışıyla, yerli siyaseti, siyasetçiyi horlayarak, birkaç satılığın uygun fiyata alınmasıyla siyasi iklim terbiye edilerek sanki ilhak öncesi ortam yaratılmaya çalışılıyor. Diğer yandan bir bacağında Rum tarafı ile ürk tarafı arasındaki derin ekonomik uçurumun kapatılması ve kuzeyde kendi ayakları üzerinde duran bir devlet yapılanması oluşması için ciddi önlemlerin alındığı; diğer bacağında ise görüşmelerin zorlanmasıyla bir uzlaşı çözüme ulaşılmasına uğraşılıyor.
Doğaldır, Türkiye atını tek kazığa bağlamaz. Koca ülke, KKTC gibi kendi kendiyle bile dalga geçen bir ufaklık değil ya? Yine de “Türkiye ne istiyor?” diye sorduğumuzda aklıma hep o meşhur “olmazı göstererek olurun bulunmasını istiyor” sözü geliyor. Yani, çözüm ister gibi yaparak, tüm çözüm imkânlarını tükettirerek ilhakın en akılıca çözüm olduğuna herkesi ikna etmek.

Yoksa 26 Mart günü “İki devletli çözüm” naraları atan Türkiye dışişleri bakanı, 28 Mart’ta diğer iki garantör İngiltere ve Yunanistan’a, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesine ve BM genel sekreterine niye mektup yazıp çözüm için yeni inisiyatif yüklenilmesi için talepte bulundu? Niye Türkiye’nin çözüm istencini yeniledi? Üstelik bu mektuplarda daha iki gün önce “niye olmasın” minvalinde bir gevşeklikle önerilen “iki devletli çözüm” tamamen es geçildi, hiç bahsedilmedi.
Türkiye Kürt meselesi gibi Kıbrıs meselesinden yani ayak bağlarından kurtulmak istiyor…

Ama, nasıl olursa olsun mantığıyla değil… En az maliyet ile yüz akı ile…
Olur mu? Şimdilik zor görünüyor.
Rum tarafı darmadağın. Yunanistan perişan. AB kendi mahallesini düzene sokmaya, dağılmamaya çalışıyor, beş büyükler ise ayrı meselelere gark… Kimin umurunda Kıbrıs?
Haaaa… Kıbrıs Rum tarafındaki kriz çözümü tetikleyebilir mi?
Belki, hatta akıllıca hareket edilir ise büyük olasılıkla. Ancak, daha o bölüme gelinemedi. Önce Rum tarafı bir iyice dibe vurmalı. Vurmalı ki çözümle kendisine ve Kıbrıs Türküne birlikte ardına kadar açılacak Türk pazarının ve yatırı gücünün nasıl bir nimet olduğunu, adayı nasıl fırlatacağını, ne Rus’un kara parasına ne AB’nin lütfüne, sadakasına ihtiyaç olmadığını kavrayabilsin.

Zaman lazım zaman…
Bu haber 1935 defa okunmuştur

:

:

:

: