On gün kadar önce Cenova’ya giden Türk Hava Yolları uçağına binerken bir bilemediniz iki gün sonra, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatları dahilinde, polisin Gezi Parkı protestosuna acımasızca son vereceğini, Taksim’i ve Gezi Parkı’nı “çapulculardan” temizlemeye çalışacağını elbette ki tahmin edebiliyordum.
“Çapulcu” diye aşağılanmaya çalışılan ama o aşağılama gayretkeşliğiyle bile “Evet bizler çapulcuyuz” diyebilecek kadar yaratıcı zekâya, komedi anlayışına ve “isyan kültürüne” sahip gençliğin gerek Taksim’deki Gezi Parkı, gerekse ülkenin ve hatta dünyanın dört bir köşesinde gönüllerde kurulan gezi parklarını boşaltmalarının artık bir anlamı kalmadığının farkına varamadı iktidar sarhoşları.
Amaç ne idi? Bırakın birkaç aşırı unsurun hükümeti devirme hülyalarını, romantik-demokrat çoğunluğun gerek Taksim Gezi Parkı gerekse Gezi Parkı destek eylemlerinde amaçları ne idi? Bu soru çok önemli çünkü hem bu gün hem de yıllar boyunca Gezi Parkı değerlendirilirken hep bu sorunun cevabı temel referans noktası olacak; bu böyle biline.
Bu direniş romantik-demokrat çocukların ve ruhu çocuk kalmada ısrar edenlerin “devlet baba” figürüne, devlet baba adına dayatmaya, tek adamcılığa, kuvvete tapmaya kısaca otoriter yönetim sistemi kurma hevesindeki diktatörya heveslilerine “Yeter artık, buraya kadar” diyebilme cesaretini gösterdikleri gündür. Nitekim, “mesaj mı ne mesajı” falan denilse de mesaj gayet iyi alınmış ki bazı “kalp”lerde düzensiz tansiyona sebep oldu bu durum.
Elbette ki ağaçlar onları kesmeye çalışan odun kafalılardan daha önemlidir ve tabii ki her şart altında korunmalıdır ancak mesele ne başında ne sonunda sadece birkaç ağaç olmadı. radikal İslamcı büyüüük düşünürler “İşte bak itiraf ediyorlar, mesele ağaç kesimi değilmiş” diye sevinçle haykırabilirler, haykırmalıdırlar da. Ancak oraya kadar bağımsızdırlar veya oraya kadar düşünebilme yeteneğine ve özgürlüğüne sahiptir onlar. Teokrasiye karşı durmak; otokrasiyi reddetmek; çoğunlukculuğu çoğulculuk diye sunulmasına “hadi canım sende” diyebilmek yazmaz onların lügatlerinde… Varsa yoksa biat etmek, sanki, haşa, ilahmış gibi tapmak işleri güçleri.
Halbuki gayet net bir mesajı vardı Gezi Parkı direnişinin ve diğer dayanışma gösterilerinin. Kaba güce, otokrasiye, tek adamcılığa, mutlak güce, diktatörlüğe, dedim dedik anlayışına baş kaldırmak; kişisel hakları ve ilerisini falan değil basit, yalın demokrasiyi savunmak, savunmaya devam edileceğini, yaşam tarzıyla oynanmasına müsaade edilmeyeceğini kendine demokrat mutlak otoritenin suratına bağırmak… Hepsi o kadar.
Kim ne derse desin, kaç meydanda ne kadar üst perdeden bağırılırsa bağırılsın, o bağıran dahil her kes bu mesajı aldı ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Klişe bir laf, biliyorum ama umarım yaşayıp birlikte görürüz bu direnişin sosyolojik sonuçlarını önümüzdeki yerel ve genel seçimler ile cumhurbaşkanlığı seçiminde…
Beklediğim gibi daha Cenova’ya yeni varmıştım ki haber geldi İstanbul’dan: Talimat verilmişti polise… Ne talimatı? “Her ne pahasına olursa olsun Pazar gününden önce, beyefendi konuşmaya başlamadan önce o park temizlenecek… Bizzat beyefendinin emri bu.” Evet, dikkat etmişseniz artık kendi çevrelerinde “beyefendi” diye hitap ediliyor “baş usta”ya. Eh olacak o kadar. “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak yozlaştırır” sözü boşuna edilmemiş.
Sonuçta, yine bir sabah ezanı öncesi – AKP iktidarının alışkanlığı oldu bu sabaha karşı baskın düzenlemesi polisin – TOMA canavarları ve diğer ağır ekipmanları eşliğinde polis ordusu bastı “düşman vatandaşların” eylemini, dövdü, ezdi, vurdu, dağıttı. Dünya şaşkın, “yetmez ama evet” diyen yerli işbirlikçiler perişan. AKP demokrasi anlayışını pervasızca sergiledi; TOMAlarla, boyalı su püskürterek, hedef gözeterek gazlayarak, en az 18 kişinin gözünü kör ederek, 820 vatandaşı (beşi hala ciddi) darp edip yaralayarak ve beş vatandaşı katlederek…
Bu yaşananları en vahşi kâbusumda bile görebileceğime inanmazdım.
Pisa Kulesine giden dar yolda sokak satıcılarının derme çatma dükkanlarına Türk bayrağı asabileceğini, “Her yer Taksim, her yer direniş” diye slogan atacağını da rüyamda görsem, “Hadi canım sende, çok saçma” derdim. Ama aynen bu manzaraya şahit oldum. Vatikan’da Aziz Peter meydanında bir gölge alanda karşılaştığım Mısırlı din bilimi profesöründen İslam dünyasındaki “demokratlar” için laik Türkiye’nin bir idol olduğunu ancak son zamanlarda hızla sıradan bir Ortadoğu diktatörlüğüne dönüşmekte olmasından üzüntü duyduğunu söylemesini de hayal edemezdim.
Monte Carlo gibi Avrupa’nın kumar merkezlerinden birisinde; en ünlü markalarının bulunduğu bir alışveriş tapınağında Türk turistlerin ne kumar ne de alışveriş peşinde koşmamasını, “ülkemde ne oluyor” endişesiyle bedava internet imkanı sunan ünlü Paris Cafe’ye toplanıp Türkiye gazetelerinin elektronik versiyonlarını okumalarını sağlam kafayla hayal etmek mümkün mü? Ben edemezdim,ama öyle olduğuna şahit oldum.
Barselona’da gazeteci, akademisyen ve bazı sıradan kişilerin katıldığı bir toplantıda sıradan komplimanların es geçilmesi onun yerine doğrudan “Türkiye’de ne oluyor?” diye sohbete başlamasını hayal edebilir misiniz? Ben edemezdim, ama yaşadım.
Veya, Tunus’da işi gücü gördükleri her taşı, bezi, otu almayı marifet sanan turistleri acımasızca soymak olan bir küçük dükkan sahibinin “Aman ha… Aman ha… Allah sizi bahardan korusun.Önce bir bahar yaşayan diğer ülkelerde ne olduğuna bir bakın sonra bahardan bahsedin… Aman ha” demesini hayal edebilir misiniz? Duyduğumda ben inanamadım… Hani Arap baharı oradan başlamıştı ya, Tunuslular nasıl bahardan yakınabilirlerdi. Hayal edilebilir bir durum muydu bu? Ben edemezdim, duyduğumda çok şaştım.
Bütün bu hayaller, şaşkınlıklar esasında şimdi diyeceğimin yanında trıvırı kalır… Aklı başında, vicdanlı, muhakemesi sağlam, azıcık beyni olan herhangi bir kimse bir ülkede başbakan görevini yapan bir siyasi liderin kendisini eleştiren, biat etmeyi reddeden veya bir şekilde anayasal gösteri hakkını kullanan ve mahkemelerce de tutuklanmalarına neden olacak suç işlemedikleri belirtilen vatandaşların dağıtılması için kolluk kuvvetine “dağıtın, dağılmaları için hiç acıma göstermeyin” emri verebileceğini hayal edebilir misiniz? Ben edemem.
Elbette ki azıcık beyni, muhakemesi, düşünme kapasitesi olan birisinin bir ülkenin başbakanının kasaba kasaba gezip, mitingler düzenleyip, başta ana muhaletefet olmak üzere siyasi muhaliflerine ve onu eleştirme cüretinde bulunanlara karşı nefret, düşmanlık, kin duyguları yaymasını düşünebilir misiniz? Ben edemem.
Bir başbakanın “biz ve onlar” diliyle konuşabileceğine, ülkeyi “beni sevip destekleyenler ve bana karşı olanlar” diye iki kampa bölebileceğine; halkın bir kesiminin diğer bir kesime karşı kin ve nefret duyguları beslemesine sebep olabilecek bir dil ile konuşabileceğine En vahşi rüyamda bile göremem, görsem de inanamam…
Siz inanır mısınız?
Çok tehlikeli bir aşamaya sokuldu Türkiye dediğim dedik siyaseti, yanlış yaptık, özür dileriz diyememe basiretsizliğiyle. Yanlışta ısrar ediliyor. Birleştirici olması anayasal görevi olan, bölücü olmakta ısrar ediyor. Türkiye’ye yazık ediliyor.