Barış Harekatı’nın 40. yılında bugünlere nasıl geldik (3)

Fatih devrindeki olumlu değişiklikler;

Fatih devrindeki olumlu değişiklikler;

• Kültür ve sanatta batıya açılma gayretleri
• Medrese reformu
• Pozitif ilimlere yönelik açılımlar
Özellikle Kanuni devrinden sonra etkilerini tamamen kaybettiler. Kanuni’nin yobaz Şeyhülislamı, Ebusuud Efendi şöyle diyordu: ‘Yapılabilecek her şeyi yaptık, öğrenilebilecek her şeyi öğrendik. Artık dua ve zikir zamanıdır.’
Kısacası Fatih devrinden miras olarak onun belki de zaruretten dolayı başlattığı ve belki de gerçekten geçici olarak düşündüğü iltizam sistemi ve tüm iyi niyet ve gayretine rağmen mağlup edemediği yobazlık kaldı.
Osmanlı’yı ve İslam dünyasını asırlar boyu iki kurtçuk kemirdi ve ilerlemesine mani oldu.
Osmanlı idaresindeki Kıbrıs’ta da uygulanan vergi sistemi iltizam sistemindeydi.
Venedik devrinde son zamanlara kadar yasaklanan Ortodoksluk Osmanlı devrinde Kıbrıs’ın dini oldu. Katolik Kilisesi dağılıverdi. Büyük kiliseler camilere çevrildi. Fakat mallarının önemli bir kısmı yeniden canlandırılan Ortodoks Kilisesine duruverildi. Zamanla Ortodoks kilisesi adayı saray adına yönetir hale geldi.
En büyük mültezim oydu. Vergileri Türklerden o topluyor, saraya o veriyordu. Tabi ki sadece bir kısmını! Ama önemli bir kısmını Eski Türk Beyleri’nin yerine saraya dolan devşirmeler küçük yaşlarda ailelerinden kopartılmış Hristiyan çocukları artık devrin üst düzey yöneticileriydi. Yabancıların ‘Aragoman’ dedikleri tercümanlar zamanla Osmanlı’nın dış yüzü haline geldiler. Öyle ki Avrupa’da Osmanlı’nın bir adı da ‘Empire of theSlowes’ (Kölelerin İmparatorluğu) oldu.
‘Türk’ kelimesi bu devşirmelerin etkileriyle yavaş yavaş bir hakaret anlamını kazandı. Osmanlı Türklerden ya da Türk kelimesinin ağırlığı olarak ürettiği ‘Etrak’ tam ‘etrak-ı bi-idrak’ olarak bahsediyordu. Yani Saray gitgide halkın çoğunluğuna yabancı hale gelmişti. Padişahlarda, yöneticilerde kendilerini Türk saymıyorlardı. Kıbrıs’ta Türk Mültezim pek azdı.
Aldığı iltizam için saraya peşin vergi, saray bürokratlarına da peşin rüşvet veren mültezimler bu verdiklerini kat kat halktan çıkarıyorlardı.
Mültezimin toplayacağı vergilerin mükellefleri daha çok tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylülerdi. İç Anadolu gibi Kıbrıs’ta da tarım üretimi tamamen doğaya bağlıdır. Yağmur olursa bolluk olur, olmazsa kıtlık…
Ağnam ve öşürü devlet topluyordu. Üretici ürünü ne kadar olursa olsun sadece yüzde onunu alabiliyordu.
İltizam sisteminde bu değişti. Kıtlık yıllarında saray hiçbir mültezime peşin aldığı vergiyi vade etmiyordu. Dolayısıyla mültezimde o yıllarda bile devlet kolluk kuvvetlerini kullanarak verdiğini misliyle halktan tahrip ediyordu.
Anadolu’da olduğu gibi Kıbrıs’ta da Osmanlı’ya karşı çıkan, Türk isyancılarının en önemli nedenlerinden biri de bu vergi sistemidir. Daha doğrusu bu vergi sistemindeki adaletsizliktir.
Evet artık neredeyse tamamen devşirmeden oluşan Osmanlı Sarayı Türk’e o kadar karışıyordu ki devlete yönetici yetiştiren Enderun’a Türk öğrenci almıyorlardı. Fakat artık gitgide Türk de Osmanlı’ya karşıydı.
Köroğlu bakın bunu ne güzel ifade ediyor : ‘ Ferman padişahın, dağlar bizimdir’
Şu da anonim bir dörtlük: ''Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğerikaltak Osmanlı
Ekende yoğ, dikende yoğ,
Yemede ortak Osmanlı''
Kıbrıs alındığında adaya yerleştirilen Türk halkı gittikçe fakirleşen sarayın ‘Taba-i Sadıka’ diye adlandırdığı Rumların Ortodoks Kilisesini yavaş yavaş zenginleşiyor, güçleniyordu. Güçlenen bir başka kesimde bu tavlamdan pay koparmak için İstanbul’dan gelen ve gelirken ‘iltizam’ beratlarını ceplerinde getiren saraylı Rumlardır.
Daha sonra, İstiklal Harbi süresince Yunanistan’a krediyle silah satan ve devrinde ‘ölüm tüccarı’ diye nam salan SirBanzilZaharoj ailesinde servetini bu yoldan yapmıştı.
Yunan Bağımsızlık Savaşı sırasında bile kilise büyük ölçüde Osmanlı’ya sadık kaldı. Yunan isyancılara bir takım yardımlar yaptı fakat Kıbrıs’ta ciddi bir olay olmazdı. Büyük bir ayaklanma çıkmadı.
1878’de Ada İngiliz yönetimine geçene kadar teoride değilse bile pratikte Kilise adayı saray adına yükseltmeye devam ettik.
1878’de ise her şey değişti. Adaya İngiliz Valisi geldi. Vali kendi yönetimini kurdu. Artık kilise ne yönetime karışabiliyordu. Be de vergi toplayabiliyorlardı.
İngilizler Kıbrıs’taki bürokrasiyi Türkler yerine Rumlarla doldurmaya elbette ki razıydılar. Hatta hevesliydiler. Ne var ki; ada Rumları bölgenin en cahil halklarından biriydi. Okuması yazması olan bir avuç Rum sadece Kilise mensuplarıydı. Rum okullarının tümü kilisenin emrinde ve kontrolündeydi. İlk hedef olarak bürokrasiye kendi yandaşlarını çekmeyi düşünen İngiliz yönetimi çareyi Türkiye’de buldu. Oradan özellikle İstanbul’dan Osmanlı bürokrasisinde deneyimi olan Ermeni ve Rumları Kıbrıs’a davet ettiler ve onlara önemli mevkiiler verdiler.
İngilizlerin yaptığı ikinci iş cimmasiumları yani sivil Rum okullarını kurmak oldu.
Hedef birçok müstemleke de olduğu gibi Kıbrıs’ta da imparatorluğa sadık bir teba oluşturmaktı.
Bu girişimlerden kuşkulanan kilise Yunan ayaklanması sırasında talip olmadığı Enosis’i gündeme getirdi.
Uzun yıllar sonra 1. Dünya Harbi öncesi adaya gelen genç İngiliz politikacısı Winston Churcill ‘e bu talep iletildiğinde cevabı şöyle olmuştu : ‘Saygı duyuyorum ama adada Türkler de var…’



Bu haber 131 defa okunmuştur

:

:

:

: