Bir avuç yaşam…

Bana sorarsanız yaşamak öyle tatlı bir şey ki! Yemeğinize kattığınız tuz kadar lezzet artırıcı… Size sadece işin farkına varmak kalıyor…

Bana sorarsanız yaşamak öyle tatlı bir şey ki! Yemeğinize kattığınız tuz kadar lezzet artırıcı… Size sadece işin farkına varmak kalıyor…

Bu Sabah

Güneşin kepçesinden
Bir ışık içiyorum.
Yollara düşüyorum sonra.
Yitirilmiş zamanları arıyorum
Kör kuyularda...
Derken bir kuş
Gagasında baharın tohumunu ekiyor gözlerime.../Ayşe TURAL


Yaşamanın anlamı bence, insana, kendi dışınızdakilere, başkalarına verdiğiniz değerdir. Değer verdikçe değerlendiğinizi görürsünüz...

Farkına vardıkça yardımlaşırsınız. Yardımlaştıkça gerisi gelir. Kenetlendikçe de güzel işler başarırsınız. Güzel insanlar olursunuz o zaman...
Toplumlar, bireyleri birlikte hareket ettikçe güçlenecektir, inanırım…
Yaşamın tadını damağımızda hissetmektir farkındalık… Kana kana içilen suyun derin hazzıdır… Çevremizde olan bitenin farkına varıp keyifle yaşamaktır… Sevinçlerimizi ikiye katlamaktır… Paylaştıkça çoğalmaktır…
Yaşamın içinde duruşumuz ne kadar önemliyse, farkındalıklarımız da en az o kadar önemlidir. Aslında başarılarımızın temelinde de o vardır.
Dünyanın Barışı

Bu orman
Bu sincap
Sincabın kuyruğunda ben...

Bu deniz
Bu yelken
Martı kanadında
Yine ben...

Bu bahçe
Bu çiçek
Çiçekteki böcek
Hepsi ben....

Bu anne
Bu çocuk
Çocuğun yüreğindeki
Sımsıcacık ben...

Bu evren
Bu dünya
Dünyanın barışında
En çok ben…/ Ayşe TURAL
BİR ANI…
Beni almaya gelen arkadaşımın arabasına biniyorum. Daha beş- on dakika önce onunla neşe içinde konuşan ben, üzgünüm... Nuriye Hanım, şaşırıyor. Bir şey mi oldu, diye soruyor... Kısaca genç bir kadının içerde ağladığını ve çaresizliğimi anlatıyorum...
Aklım içerde kalıyor.... Böyle bir durumda eliniz kolunuz bağlı... Teselli sözcükleri bile gelmiyor aklınıza... Kendimi o andan kurtarıp arkadaşımı dinlemeye çalışıyorum. O an, benden yavaş yavaş uzaklaşıyor... Ama içimde bir yerler acıyor... Ben insanım... Başkalarının acılarına seyirci kalamam...
Dostum, İstanbul’dan yıllar sonra gelerek, Ada’da yaşamaya karar veren teyzesinden söz ediyor. Kendime geliyorum. Aman, diyorum çiçekçiyi geçmeden duralım. Sapsarı kasımpatılar alıyorum. Evdeki anneye ve teyzeye verilmek üzere... Biz böyle gördük. Elimiz boş gidemeyiz misafirliklere. Hele de ilk kez gidilen bir evse...
“ Hayat Bir Şölendir” kitabımı teyzesi Emine Hanım’ın okuduğunu ve ne kadar mutlu olduğunu anlatıyor. Sizi görünce çok sevinecek, ona büyük sürpriz olacak . Bana telefonunuzu vermiştiniz ya, aylar önce... Ne zaman istersen, arayabilirsin, demiştiniz. Hakkımı bugün kullanıyorum, diyor. Kapıdan güler yüzle karşılanıyorum. Son derece zarif bir İstanbul Hanımefendisi duruyor karşımda... Çiçeklere bayılıyor, defalarca teşekkür ediyor.
Ben 34 yıldır Kıbrıs’ta yaşıyorum, hanımefendi de belki 40 yıldan fazla İstanbul’da... İkimiz de başka yerlerde doğmuş, ama başka yerlerde büyümüşüz... O benim, ben de onun coğrafyasında... Alışmak biraz zaman alabilir ama zararı yok. Benim ADAm öyle büyülüdür ki kendini hemencecik sevdirir...
EY HAYAT

sabahına GÜNAYDINsız
başladığım günler için...

MERHABAsız geçen
saatlerim için...

SEVGİsiz geçen
yıllarım için...
SENDEN ÖZÜR DİLERİM...


BİR KİTAP VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…
Akşam yatağa yattığımızda, bedenimizin dışına çıkıp tepeden şöyle kendimize bakabilsek keşke... Gördüğümüz manzara, pek de hoşumuza gitmeyecek gibi... Tıpkı deniz hayvanları gibi, kabuğumuza çekilmiş gibi miyiz ne? Kendimizi dış dünyadan soyutluyoruz sanki... İlişkiler yüzeysel ve küçük hesaplar peşinde koşuluyor. Napolyon’un “ Para... Para... Para...” deyişi gibi durmadan evler, arabalar, paralar... sayıklıyoruz. Eskiden bu kadar para mı vardı, yoksa son model arabalar ve evler mi ? Kat kat gökdelenler de... Birbirimizden gitgide uzaklaştık, yabancılaştık. Bir selamı, ya da tebessümü esirger olduk çevremizden... Eskiden öyle miydi ya... O zaman sanki daha kanaatkardık, paylaşımcıydık ve en önemlisi içten dostluklarımız vardı.
Acaba doğru modeller oluşturamadığımızdan mı gençlerdeki yozlaşma... Toplumsallığı, paylaşımcılığı, onun büyülü formülünü taşıyamıyor muyuz yeni kuşaklara... Biz nerde hata yaptık?
Beni kendi kendime bu soruları sormaya yönelten Paulo Coelho’nun kitabı “ Kazanan Yalnızdır” oldu. Aslında yazarın bugüne dek şu kitaplarını okudum: Simyacı/Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım/Veronika Ölmek İstiyor/Şeytan ve Genç Kadın...
Bütün bu kitaplarda yazar sizi bir iç yolculuğa götürüyor, size tuttuğu aynada kendinizi tanımanızı sağlıyordu. Son kitap daha ışıltılı, daha pırıltılı, hatta gösterişli hayatlara yer veriyor. Çok çok da polisiye romana benziyor bence. Diğerlerindeki mistisizmi aramış olabilirim. Bu nedenle pek de beklediğim tadı alamadım, diyebilirim.
Coelho, okuru, süper sınıfın – hayallerin gerçeğe dönüştüğü sinema ve moda dünyasına girebilenlerin- toplandığı Cannes Film Festivali’ne götürüyor. Bu ayrıcalıklı sınıfın bazı üyeleri zirveye ulaşmıştır. Ulaşmıştır da bu konumları yitirmekten ödleri kopar. Para, ün ve güç tehlikedir. Çoğu insan, bedeli her ne olursa olsun, uğruna her şeyi yapmaya hazırdır.
En önemli soru da şudur: Dayatılan türlü hayalin yarattığı kargaşada, kendi kişisel hayalini belirlemeyi ve gerçeğe dönüştürmeyi KİM başaracaktır?...
Hayli kapsamlı bir kitap, neredeyse dört yüz sayfaya yakın... Yine de sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Genç kuşağın bir dizi cinayeti soluksuz okuyabileceğini düşünüyorum. Aslına bakarsanız günümüzde “boyalı basın” tam da bu durumda... Sanal alemler, gerçek olmayan yaşama biçimleri, -miş gibi
Bu Dünya Sizin

bu kuş
bu böcek
şu dalda açan rengarenk çiçek
sizin...

dağlar, tepeler
en güzel bahçeler
gözümde ışık
gözümde sevgi
tarlada tohum
buğdayda başak
hepsi sizin...

umutlar filizlensin
öpücükler çiçeklensin
dünyanız renklensin
bu dünya
hepinizin.../ Ayşe TURAL

BİR ANI DAHA…
Güzel bir gün… Umutla bugünde neler olacaka acaba diye düşünüyorum… Ada tv.yi izliyorum. Derken alt yazı geçiyor. Gaziantep Valisi Süleyman Kamçı’nın Ada’mızda olduğunu öğreniyorum. Hemen telefona sarılıp Ayşe Hanımı arıyorum, mesaj bırakıyorum. Anında telefonum çalıyor. Evet, o da eşiyle burada... Dün akşam gelmişler. Golden Tulip’te yemekteyiz hemen gel, seni çok özledim, diyor. Zaten otel, benim evime çok yakın. Kalkıp gidiyorum. Kalabalık bir yemek... Büyükelçimiz, Belediye Başkanımız, bazı milletvekilleri... Lefkoşa Belediyesi ile Gaziantep Belediyesi kardeş olmuş.
Ayşe Hanımla sarmaş dolaşız. Valim Süleyman Beyle de gayet içten bir sohbet sürüyor. Onlarla Çanakkale’den tanışıyoruz. Yıl 2000... Dostluğumuz sürüyor. Gerçek dostluklar, zaman, mekan dinlemeden sürenlerdir zaten... Çocuklarımızı konuşuyoruz. Akşam Lefkoşa’daki Merit’te Antep Kına Gecesi gösterisi var. Ona da davetliyim. Akşam olmadan biraz kaçamak alışverişe götürüyorum kendilerini. Sonra gösteriye gidiyorum. Tokat’taki saldırı nedeniyle keyifler bozuk. Program biraz kısa tutuluyor.
Ertesi gün Girne Jasmine Court’ta kalacaklar. Valimden izin isteyip akşam üstü Ayşe Hanımı kaçırıyorum. Cafe Dükkan’da çıtır çıtır yanan şöminenin önünde uzun uzun sohbet ediyoruz. Şık bir servisle çay içip Kıbrıs’ın hellim, nor ve kıymalı böreğinden tattırıyorum. Bir ara sahibi Emel Hanım yanımıza geliyor sohbet ediyoruz. Oğlu Hasan Kale Kişi öğrencimdi. Onunla da konuşuyoruz. Öğretmenlik, yıllar da geçse böyle bir şey... Öğrencileri bir bütün olarak hatırlamak... Adıyla, ailesiyle ve saygı ve sevgisiyle... Ardından kahvemizi de benim evimde içiyoruz. Ayşe Hanım bana zarflı, Antep işi, gümüş kahve fincanları getirmiş. Bir de gece mavisi Antep ipeğinden ceketlik bir kumaş...
Dostluklar ve sürprizler böyle bir şey... Bugün bir şey yok, dediğinizde günü değil, birkaç günü içine alan güzellikler sizi sarıyor. Zamanınıza anlam ve renk katıyor. Elbette elinizi uzatmanız, yerinizden kıpırdamanız ve emek vermeniz şartıyla...
SAKLA

iki gülüşümün biri
sensen...

bir avuç gökyüzümde
UMUTsan...

ışığınla aydınlanıyorsa
içimin karanlığı...

haydi al beni
kendi gökyüzünde
bir buluta SAKLA...

Ayşe TURAL


BİR HAYATA DOKUNMAK…
Yeni bir gün… Yeni bir sabah… Sütlü kahvaltımı bitirip çıkıyorum. Önce temizleyiciye uğrayacağım. Oradan çıkışta, yakında oturan bir arkadaşıma uğramak geçiyor içimden. Şu aralar bazı sorunları var. Uyandığından emin değilim. Telefon da etmek istemiyorum. Yine de şansımı denemeliyim. İç sesime kulak vermeliyim...
Siteye giriyorum. Arabamı park edip evine doğru yürüyorum. Evde bir hareket yoksa bahçede, havuzun kenarında gazetemi okuyabilirim, biraz oturabilirim diye geçiyor aklımdan. O da ne... Pencerenin önünde oturuyor. El sallıyorum, yukarı çıkmamı işaret ediyor, kapıyı açıyor. Fısıltıyla konuşuyoruz, misafirleri uyuyor...
Nerden çıktığımı soruyor, şaşkın şaşkın bakıyor yüzüme... Sabah uyanınca şiirlerimden okuduğunu anlatıyor. Yaşam sevinci, günü anlatan, sabahı anlatan şiirler... İyi ya diyorum, beni çağırmışsın, geldim işte... O, şu günlerde gergin, iş hayatıyla ilgili... Yaşamında bir başka dönüm noktasında.
Bizler hayatı doğru okumalıyız. Hayatla didişmek yerine bazen de hayrımıza olsun, diyerek olayları akışına bırakmak gerek. Geriye dönüp bakarsak eğer, bugünün dünlerden bizim için hazırlandığını anlayabiliriz. Negatif olmak yerine pozitifliği seçmek, öfkeyle kalkmak yerine sakince ve gülümseyerek olaylara bakabilmek bizim yararımıza olandır her zaman...
Her şeyi tekrar gözden geçiriyoruz. Sakin, nazik davranışlı, olgun tavırlı olmasının, olayları kendi iyiliğine kazanç gibi görmesinin ona getirisini tartışıyoruz. Olayları yaşayan biz olunca, objektif olmak kolay değil elbette. Ama yanımızda olup da bize farklı yanlarını gösteren olunca, kendimize güvenimiz artıyor.
İnsanız... Yanlışlar yapabiliriz... Bundan daha doğal bir şey olamaz. Yine de ne olursa olsun olaylara soğukkanlı bakabilmek gerek diye düşünüyorum. Olaylara verdiğimiz cevaplar farklı olursa kazançlar da değişir.
Arkadaşımı gülümseyen bir yüzle, kararlı ve huzurlu bırakıyorum arkamda... Yardım etmenin iç huzuru ile arabama yürüyorum.
SEBEBİ VAR

ben seni seviyorsam
düşünüyorsam
özlüyorsam
bunun bir sebebi var...

ay ışıklım
düşünce sarmaşığım
ruhumu erguvana boyuyor
bakışların...

Ayşe TURAL
Sevgiyle… Saygıyla… İyiliklerle kalın efendim…
Bu haber 2791 defa okunmuştur

:

:

:

: