Barış Harekatı’nın 40. yılında... O günlere nasıl gelindi XVII

XX. Yüzyılın başlarında henüz Bank Of International Settlements diye bir kurum yoktu.

XX. Yüzyılın başlarında henüz Bank Of International Settlements diye bir kurum yoktu. Devletlerarası ödemeler mal ve hizmet transferleri ile yapılıyordu. Almanya da galip devletlere olan borçlarını bu şekilde ödemeğe çalışıyordu.
En büyük tazminat alacaklısı olan Fransa alacaklarına karşılık kendi endüstrisinin ihtiyaçlarını talep ediyordu. Yani kereste ve maden kömürünü. Fakat bu ürünlere Alman endüstrisinin de ihtiyacı vardı. Almanya bir sanayi ülkesiydi .Sanayi ürünleri ihraç edip tarım ürünleri ithal ediyordu. Kömürse Alman sanayisinin kanı gibiydi .Kömür olmadan Alman sanayisi üretemiyor, Almanya ihracat yapamıyordu. İhracat olmayınca da gerekli yiyecek maddeleri ithal edilemiyordu.
Sonunda çaresiz kalan Almanlar Fransa ve İngiltere arasındaki gittikçe belirginleşen yararlanmağa karar verdiler ve I922 yılının son aylarında konkordato ilan edip artık borç taksitlerini ödeyecek durumda olmadıklarını alacaklılarına bildirdiler.
Bunu bir meydan okuma olarak algılayan Fransa müttefiki Belçika ile görüşmelere başladı.
Avrupa’da ve Amerika Birleşik Devletlerinde herkesin gözü ve kulağı bu görüşmelerdeydi.
Sonunda karar açıklandı: Borçlu borcunu ödemezse alacaklı alacağını tahsil etmesini bilirdi!
A.B.D. ve İngiltere’deki kamuoyu baskısının Fransa ve Belçika’yı caydıracağını düşünen Almanlar I922 Aralığında Fransa ve Belçika’ya yapmakta oldukları kerests sevkiyatını durdurdular. Bunun üzerine Fransız ve Belçika orduları 23 Ocak I923 te Alman sınırını aştılar ve Ruhr Bölgesini işgal ettiler.
Fransa ve Belçika’nın bu hamlesiyle birlikte Amerikan ve İngiliz kamuoylarında “zalim” ve “mazlum” rol değiştirmiş oldular. Artık birçoğunun, ama özellikle sola yatkın aydınların gözlerinde zalim Fransa, mazlum ise Almanya’ydı. Evet Almanya’nın çöküşünden sonra Fransa Avrupa’nın en büyük askeri gücü haline gelmişti fakat o aynı zamanda büyük bir müstemleke ülkesiydi. Afrika’da ve Güney-doğu Asya’da hatırı sayılır müstemleke ve kolonileri vardı ve İngiltere’yle Amerika’yla çekişme halinde olduğu sürece bu müstemleke ve kolonileri kolayca elinde tutabilmesi mümkün değildi. Özellikle Güney-doğu Asya’daki koloni ve müstemlekeleri böyle bir durumda Japonya’nın iştahını kabarta bilirdi.
Fransa ne olursa olsun , İngiliz ve Amerikan kamuoylarını yeniden kazanmalıydı. Fakat ne olursa olsun bunu kendi prestijini zedelemeden yapmalıydı. Eğer karşılığında hiç bir şey almadan ve baskı altında Ruhr Bölgesinden çekilirse uluslararası itibarı tamir edilemez şekilde zedelenecekti.
Fransızlar kısa sürede itibarlarına halel gelmeden bu tavizi vermenin yolunu buldular: Taviz Türkiye üzerinden verilecekti.
Mudanya’da İtalyanlarla birlikte İngilizlere karşı Türkleri destekleyen Fransa Lausanne’da birden bire saf değiştirip İngilizlerin yanında yerini aldı. Akabinde onu İtalya izledi.
İtalya Birinci Dünya Harbini kazanmış fakat hiç olmazsa kendi kamuoyunun nazarında barışı kaybetmişti. Harp sırasında çok büyük mal ve can kaybına uğrayan İtalya zaferden sonra hedeflerinin veya kendisine vaat edilenlerin pek azını elde edebilmişti. Buna karşılık harbi tek bir askerinin burnu kanamadan bitiren Yunanlılara ise Trakya’dan başka Anadolu’dan da geniş araziler verilmişti. Halbuki harp devam ediyorken bu toprakların Anadolu da olanları İtalya’ya vaat edilmişti. Harpten sonra Akdeniz’de yeni bir deniz gücü oluşmasını istemeyen Fransa ve İngiltere İtalya’ya karşı ve Yunanistan’ın yanında bir husumet cephesi oluşturmuşlardı. Bu ,hiç olmazsa İtalyanlar’ın nazarında böyle görünüyordu.
Daha sonra, Fransa ile İngiltere’nin arası açılınca İtalyanlar, Yunanlıların patronu olarak gördükleri İngiltere’ye karşı ,Özellikle Mudanya’da Fransızlarla birlikte Türkleri desteklemişti. İşte bu İtalya Lausanne’da şimdi yeni bir hükümet tarafından temsil edilecekti. Barış süresince başarısız görülüp prestij kaybeden eski hükümet kansız bir darbe ile gitmiş ve onun yerini Mussolini’nin Faşist hükümeti almıştı.
Bir diktatörün en büyük sermayesi gücüdür. Herkes tarafından kaale alınmayan, itilip kakılan birisinin bir diktatör olarak kabul görmesi mümkün değildir. Lausanne öncesinde İsmet Paşa ile görüşen Mussolini İtalya’nın Mudanya’daki tutumunu sürdüreceği izlemini vermişti.Çünkü henüz Fransa’nın tutumu da değişmemişti. Çünkü henüz ortada bir Ruhr krizi yoktu.
Ruhr krizi başlayınca ve Fransa Lausanne’daki tutumunu değiştirip te İngiltere’nin safına geçince Mussolini de Öyle yaptı ve “Galip Devletler’in safında aldı.
Karşısında yeniden sert ve bütünleşmiş bir müttefikler cephesini bula Türkiye’nin işi gerçekten zordu. Bunu bilen Gazi Mustafa Kemal Paşa önceliklerini çok doğru tesbit etti. Yeni Türkiye toprak tavizi verecek fakat dar ufuklu Sultan I. Süleyman’dan beri her yıl artan bir ölçüde yitirdiği ekonomik ve adli bağımsızlığını yeniden kazanma azminden asla vazgeçmeyecekti. İsmet Paşa bu siyaseti azimle hatta inatla uyguladı. Burnundan kıl aldırmayan azametli ve kibirli İngiliz Başdelegesi Lord Curson’nın hiç bir şantajı hiç bir tehdidi onu yıldırmadı, hedefinden saptırmadı.
Bu tip müzakerelerde Osmanlı delegelerinin teslimiyetçi ve zelil davranışlarına alışmış olan Galip Devlet Delegeleri için İsmet Paşa’nın tutumu hem şaşırtıcıydı, hem de tahammül edilmezdi. Onu ne ortak davranışlar, ne blöfler, nede restler etkiliyordu. İsmet Paşa Lord Curzon’nın şantajına boyun eğmeyip Ankara’ya dönünce kesilen konferans 23 Nisan I923 te yeniden toplandı ve 25 Ağustos da Türkiye’nin istediği şekilde sonuçlandı. Türkiye toprak tavizi vermiş fakat Kanuni’den beri boynuna takılmış olan ekonomik ve adli bağımlılık zincirlerinden kurtulmuştu.
Antlaşma imzalandıktan sonra İsmet Paşa’nın yaptığı şu beyanata, her nedense bizim kaynaklarımızda pek rastlanmaz:” Her ne olursa olsun Türkiye Ege’nin tümünün ve Kıbrıs’ın Yunan hakimiyetine geçmesine asla izin vermeyecektir.”

Bu haber 2172 defa okunmuştur

:

:

:

: