Herkese merhaba

İlk yazıyı yazmak çoğu zaman zordur. İlk yazı bir anlamda “merhaba” demektir.

İlk yazıyı yazmak çoğu zaman zordur. İlk yazı bir anlamda “merhaba” demektir. Yeni tanıştığınız bir kimseye “merhaba” deyip ve ardından neyi nasıl söyleyeceğini düşünürsünüz ya… İlk yazıyı yazmanın da bir o kadar zor olduğu söylenir. Belki de yıllarca bunu böyle ifade etmek bir gelenek haline gelmiş. Kimbilir… Aslında ilk yazıda da söylenecek çok şey vardır. Ama nasıl ilk tanıştığın bir kişiyi hemen sıkmamak için laflarını kısa kesersin ilk yazıda da böyle oluyor. 

İsviçreli yazar Max Frisch’in Homo Faber adlı romanında,
yaşlı profesör şöyle diyor; “Gezmek bir ortaçağ davranışıdır beyler !”
Ben buna katılmıyorum.
Gezmek her zaman insanın ufkunu açar. Birkaç günlüğüne de olsa nereye gitsem sevinç duyarım…. Asıl yaşadığım yerden koparım, gittiğim yerde kendimi kaybederim…

Kıbrıs’a ilk kez geldiğim tarihi kesin olarak hatırlamıyorum. Hafızam beni yanıltmıyorsa Barış Harekatı’nın ardından yani 1970’li yılların sonu olmalı. Üniversiteden arkadaşlarla gitmiştik. Kıbrıs’ın bizim için ayrı bir anlamı vardı... Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde okuyordum. Makine Mühendisliği Bölümü’nde… Kıbrıs’ın eski Cumhurbaşkanları’ndan Mehmet Ali Talat da ODTÜ’de Elektrik Mühendisliği’nde okumuş aynı yıllarda… Her iki fakültenin binaları komşu olduğu için belki de “Merhaba”mız vardır.

Şair Yahya Kemal Beyatlı’nın hatıralarını okumuştum üniversite yıllarında… Beni çok etkilemişti… 1933 yılında yazılmış. Onu tanımayan yoktur sanırım… Hatırlarının “Hamburg’a Seyahat” bölümünde aynen şöyle yazıyordu:
'Seyahat bahsinde, bir yolcunun hangi şehre gittiğini bilmek neye yarar? O şehre niçin ve ne halde gittiğini öğrenmenin bir manası var.”

Biz de Beyatlı’nın yazdığı gibi Kıbrıs’a niçin ve nasıl gitmiştik? O yıllarda ODTÜ yurtlarında kalıyoruz. Yurtta çok sayıda Kıbrıslı arkadaşlarımız var… Onların değişik Türkçeleri kulağımıza çok hoş gelirdi. Ankara kent merkezinden yurtlara gelip gittiğimiz otobüslere “bas” derlerdi mesela… İngilizce’nin etkisiyle… Mandala “kıstırık” derlerdi hatırladığım kadarıyla…
Bize hep Kıbrıs’ı anlatırlardı… Belki çoğu bu yazıyı okuyunca beni hatırlar.

Biz de arkadaş grubu yol çıktık. Otobüsle Mersin’e gittik. Oradan gece gemiyle Magosa’ya geçtik. Gece deniz çok dalgalıydı. Beşik gibi sallanan gemide birçok arkadaşımız sabaha kadar uyuyamamıştı. Orada Mare Monte isimli bir otelde kalmıştık. Otobüsle görülecek her yeri gezmiştik. Dönüşte yine gemiyle döndük. Döndük ama hafızamdan bugün bile silinmeyen bir görüntüyü anlatmalıyım. Gümrük salonu mahşer yeri gibiydi… İnsanların ellerinde o dönem herhalde çok tutulan Kıbrıs battaniyeleri vardı.

Çok şaşırmıştım. Bu battaniyeler nedir diye sormaya fırsat kalmadı… Bir kadın yolcu o kadar çok battaniye almış… Taşıyamıyordu… Sanırım gümrük memuru da geçmesine izin vermiyordu… Ne oluyor demeye kalmadan kadın yolcu sanki beni tanıyormuşçasına elime hemen iki battaniye tutturdu… Beni elimde battaniyelerle gören arkadaşlarım kahkaha atıyorlardı… Hem de sitem ediyorlardı… “Vay… bu battaniyeleri ne zaman aldın? Günlerce beraberdik farkına bile varmadık… Pes doğrusu” deyip dalga geçiyorlardı. Neyse gümrüğü geçtik hemen battaniyeleri kadına verip kurtuldum.

Yıllardan beri yazı yazıyorum ama kim ne derse desin ilk yazıyı yazmak kolay değildir. Nereden başlasam diye hep düşünürsünüz… Bu kez ben fazla düşünmedim galiba… Bu arada kendimi tanıtamadım. Gelecek yazılarımda kendimden biraz bahsederim… Sizlere Almanya’dan değişik konulara, çeşitli pencerelerden bakarak yazılar yazacağım.
İleriki yazılarda buluşmak üzere herkese merhaba diyelim..



Bu haber 1726 defa okunmuştur

:

:

:

: