Yeni yıla beş kala derler ya hani! Aynen öyle işte. Bugün günlerden Pazartesi... Çarşamba gecesi bir yılı daha geride bırakıp yeni bir yıla giriyoruz. Her yeni olan şey güzeldir ve özeldir aslında. Zaman geçtikçe, özümsendikçe gerçek değeri daha çok ortaya çıkar. Dilerim 2009 yılı önce insanlığa, ülkemize ve birey olarak da hepimize sağlık, mutluluk ve şans getirir.
Bütün başlangıçlar güzeldir... Yaşamda pek çok konuda ilkler yaşarız, hem de doğduğumuz andan başlayarak... Bir bebeğin doğduğu andaki ilk ağlaması, birkaç saat sonra dünyaya açılan, ne var ne yok diye bakınan gözlerimiz, ilk agumuz, ilk baba deyişimiz, pirinç tanesi gibi damağımızı yaran ilk dişimiz gibi...
Bence her yeni gelen yılı da bir ilk görmek... Her şeye hevesle yeniden başlamak , umutlu ve mutlu olmak... Geleceğe uzanan, boyumuzdan büyük hayaller kurmak... Yeni projelerle, yeni tasarılarla hayata tutunmak... Yarının bugünden daha iyi olacağına inanmak...
BUGÜN GÜNLERDEN YARIN, BUGÜN GÜNLERDEN UMUT... diyebilmek en önemlisi...
Hatırlıyorum... İlkokula giderken resim defterlerimize yeni yıl resimleri çizerdik. Bilmem siz de hatırlar mısınız? Bir figür vardı ki o hiç değişmezdi. Kocaman defterin sol köşesine yaşlı, sakallı bir dede çizerdik, beli bükülmüş. Sırtındaki kocaman çuvalının üstüne giden yılı yazardık: 2008... Sayfanın sağ köşesinde de koşan bir çocuk olurdu, yüzünde kocaman gülümseyişlerle... Onun çuvalında da 2009 yazılı olurdu. Aslında bu tarz resimleri gazete ve takvimlerde de görürdük. Hemen tüm defterlerde aynı şeyler çizili olurdu. Bazen de Noel Babalar çizilirdi, beyaz sakallı, kırmızı sivri şapkalı...
O yıllarda, biz yılbaşından pek bir şey anlamazdık. Eğlence ve hediye sektörü bu kadar hakim değildi toplumlara... Tüketim çılgınlığı diye de bir şey bilmezdik. Öğretmenlerim Güzide Hanım ve Çetin Beyler bize “ Yerli Malı Haftası” kutlatırlar ve yerli malın değerini aşılamaya çalışırlardı. Çok güzel teraziler yapardık kartondan... Arkadaşlarımızla evcilik oynar gibi,onlara leblebi,şeker ikram ederek öğrenirdik yerli malının önemini... O yıllarda Sümerbank denilen satış yerleri vardı. Öz malımız, fabrikalarda genç kızlarımızın dokuduğu öz emeklerimiz, kumaşlar , dokumalar satılırdı. Annem bizim basma elbiseliklerimizi metre ile oradan alırdı. Komşumuz, terzi Saadet Abla da bayram için bize dikerdi. Ne güzel günlerdi onlar...
Ben, pazarda portakalların satılışından anlardım yeni yılın yaklaştığını... Marmara Bölgesinde portakal yetişmezdi elbette. 1975 yılında Kıbrıs’a geldiğim zaman en çok portakal ağaçlarına ve çiçeklerine bayılmıştım. Bahçelerden çıkasım gelmemişti. Cennet böyle bir yer olmalı diye düşündüğümü hatırlıyorum... Yemyeşil ve mis kokulu...
Bir de kestaneler, bıçak ucuyla kesilir, tombul karınları dikkatlice çizilirdi. Biraz da suda bırakılır, sonra sobanın (Bizde maşınga vardı.) üstünde pişmeye bırakılırdı hani... Şimdi bile gözlerimi kapatınca o kestane kokusunu, hatta yanan kabuk çıtırtısını duyabilirim gibi geliyor. Bir de fırında tepsi içinde kavrulan mısırlar... Yeni yıl böyle bir şeydi işte... Hediye filan da alınmazdı ama evdeki erik kurularına, ay çekirdeklerine eklenen bunca çerez bizim için yeterliydi zaten... Çooooook mutlu olduğumu hatırlıyorum.
Mutluluk çok şeyle elde edilen bir duygu değildi bizim için. Neyimiz varsa onunla yetinmeyi bilen, huzurlu, neşeli ve sevimli çocuklardık... Acımayı, yardımlaşmayı, saymayı ve sevmeyi bilen çocuklardık... Bildiklerimizin ne kadarını aktarabildik dersiniz yeni nesillere?...
Dilerim 2009 yılı tüm dünyada BARIŞ ve SEVGİ yılı olur. Hayallerinizin ve hayallerimizin gerçekleşmesi dileğiyle nice yıllara efendim....