O kadar gereksiz ve zarar verici şekilde erken başlayan Cumhurbaşkanı seçimlerinde neredeyse yine o kadar gereksiz ve zarar verici olan seçim yasaklarına giriyoruz!
Oh ne ala!
İş yapmayan siyasi ve bürokratlara yeni mazaret!
BUGÜN GİT, SEÇİMDEN SONRA GEL!
Tabi birde bakın görün! 12’ye 5 kala ne kararlar alınacak.
Bu seçim yasakları aslında herkese saygısızlıktır!
Vatandaşa saygısızlık, hizmetleri askıya!
Ekonomiye karşı israf ve sorumsuzluk, işler buzdolabına!
Adaylara saygısızlık,
‘DURUN! SAKIN KÖTÜYE KULLANMAYIN YETKİLERİNİZİ!’ anlamında!
İyi de bütün bunlara değer ne var bu kampanyada?
Aynı tekrarlar, aynı teamüle uygun nötr ifadeler!
Ama merak ediyorum!
Adayların, KKTC Cumhurbaşkanı’nın az ve öz görevlerinden biri olan TC ile ilişkileri, özellikle yine az ve öz görevlerinden biri olan Kıbrıs sorunu ile ilgili nasıl yöneteceklerini öğrenip kıyaslamak isterim!
Var mı değerli okuyucularım bu konuda herhangi bir adaydan dişe gelen bir fikir, strateji, düşünce?
Hele adayların bugüne kadar olan icraatlarındaki muazzam başarılarına dayanarak sunumunu yaptıkları bir öneri?
YOKSA SADECE SEÇİLMEK Mİ ÖNEMLİ ONLAR İÇİN?
Ne olurdu adaylar bu konuda TC ile münasebetleri ile ilgili neler yapacaklarını ve bunların Kıbrıs sorununda nasıl yankılanacağını anlatsalar!
Yoksa aşağıdaki değerlendirmelerin, tespitlerin ve konuların hangi aday tarafından nasıl yönetileceğini bilmeden nasıl karar verir seçmen?
Bir garip propaganda dönemidir başladı!
BU DÖNEME İÇERİK KATABİLMEK İÇİN AŞAĞIDAKİLERİ, HEM ADAYLARIN HEM SEÇMENLERİN DEĞERLENDİRMESİNE SUNSAM ACABA FAYDA SAĞLAR MI?
‘’Kıbrıs sorununa etken olan diğer büyük aktör, Türkiye Cumhuriyeti, son 15 yılda Kıbrıs konusunda çok ciddi gel-gitler yaşayan politikalar izlediğini görebiliyoruz.
Bu politikalar öyle veya böyle Kıbrıs’ta bir anlaşmaya doğru herhangi bir belirgin katkı koymazken, Türkiye’nin iç ve dış politikalarına ya katkı koyabilmek için, ya da engel olmamak için o kadar şekil değiştirmiştir ki, şu anda Türkiye’nin Kıbrıs’ta ne zaman, nasıl ve niye bir çözüm planında etken olacağı çok da net görülmüyor.
Uzunca bir süre Türkiye’nin AB yolculuğunda Kıbrıs sorunu aşılması gereken bir kademe olarak gösterilmişse de, hiç bir zaman Kıbrıs sorunu Türkiye-AB adaylık sürecinde ne birinci etken, ne de birinci engel olmuştur!
Şöyle ki, sihirli bir politika bugün Kıbrıs sorununu çözer ve Türkiye–AB uyum sürecindeki Kıbrıs ile ilgili şerhler kalksa bile, Türkiye’nin üstesinden gelmesi gereken daha bir sürü başlık var! Sahi ne kadar? 30 kusur başlıktan sadece birkaçı başarılı olarak mı tamamlanmıştı?
Ankara bu günlerde AB adaylık yükümlülüklerini çok da öncelikli görmüyor olmalı ki, bu başlıklardaki asgari gereksinmeleri yerine getirmek için hiç de aceleci değil görüntüsü veriyor!
Kendini Ortadoğu’nun, kod adı Arap Baharı olan ateş çemberi içinde bulan Türkiye, doğusu ve güneyindeki sınırlarının her iki tarafındaki sorunları yine kendine has bir sentezle yönetmeye çalışırken, bu sıcak ve riskli tehditler, Kıbrıs sorununa olan ilgisini oldukça geri sıralara itmiş olmalı.
Bu ateş çemberi içindeki diğer güçlerle ve komşularla önceleri olduğu iddia edilen sıfır sorun hedefi bir gerilim ve çatışma yoyosuna dönüşürken, AB’yi, İsrail’i, NATO’yu ve değişen sınır ve egemenliklerin yarattığı yeni komşularını bir kazanda yoğurmaya çalışan Türkiye için, Kıbrıs sorunu şu anda ne bir öncelik, ne de bir engel!
Türkiye Doğuya mı kayıyor, yoksa Batıyı Doğuya mı taşıyor belirlenmeden Kıbrıs sorununa teamülden öte ilgi göstermesini beklemek gerçekçi mi?
Ayrıca son 15 yılda KKTC’nin Türkiye ile olan ilişkileri, KKTC’de Türkiye’ye en üst düzeyde bağımlı bir devlet ve ekonomi yaratırken, Kuzey Kıbrıs’ın en kapsamlı ve stratejik yatırımları ve yatırımcıları Türkiye menşei taşıyanlara dönüşerek, Ankara’ya Kuzey Kıbrıs ve Kıbrıs sorunu ile ilgili psikolojik rahatlama yaratmıştır.
Yani buyurun siz değerlendirin, niye Ankara bugün aman aman bir çözüm istesin veya bir çözüm için hamleler yapsın?
Kıbrıs ve bölgedeki Doğalgaz rezervlerinin pazarlara taşınması avantajını çok da Kıbrıs sorununun çözümüne endekslemek acaba gerçekçi mi?
Dünya enerji üretimi ve yönetimine etken olanların bu konudaki planlarının Türkiye’nin ihtiyacı ve iştahı ile ne kadar örtüşecek? Bu olgu Kıbrıs sorununu doğrudan mı şekillendirecek, yoksa teğet mi geçecek?’’