Girne Amerikan Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak işe başlamamın üzerinden yaklaşık 3 yıl geçti. Bu süre zarfında Kıbrıs’ta (KKTC’de) yaşama ve Kıbrıslı Türkler üzerine gözlem yapma imkanını fazlasıyla elde ettim. Bu nedenle Star Gazetesi’ndeki bu ilk yazımda, Kıbrıs ve Kıbrıslı Türkler hakkındaki bazı kanaatlerimi sizinle paylaşmak isterim.
İşe mekandan başlamak lazım... Bildiğiniz gibi Kıbrıs, karayla bağlantısı olmayan ve Doğu Akdeniz’de yer alan büyükçe bir adadır. Adada yaşamak üzerine bugüne kadar yazarlar ve bilimadamları birçok saptamalarda bulunmuşlar. Ben bunları çok iyi araştırmadım. Ancak gözlemlediğim ve deneyimlediğim kadarıyla, Kıbrıs adasında yaşamanın yol açtığı bazı sonuçlar şunlar;
- Küçük adalarda zaman yavaş akıyor... Trafik yok, sıcak nedeniyle mesai süreleri yazın devlet çalışanları için iyice kısalıyor ve insanlara kendilerine harcayabilecekleri fazladan zaman kalıyor. Gününüzü değerlendirmek için spor, kültür ve sanat faaliyetleri yapabilir, Kıbrıs’ın turizm ve eğlence hayatının tadını çıkarabilir ya da kendinizi dine verebilirsiniz. Bunların hepsi aslında insan hayatını anlamlı kılmak ve zamanı doldurmak için... Çünkü gerçekten burada zaman yavaş geçiyor ve insana düşünmek ya da kendini geliştirmek için fazlasıyla zaman kalıyor. Bu nedenle burası bir sanat ve kültür merkezi haline getirilebilir. Ama henüz bir caz bar bile bulamadım...
- Adada yaşarken insanda mahrumiyet psikolojisi gelişiyor. Dünyanın geri kalanıyla deniz yolu dışında bağlantısı olmayan bir yerde yaşamak -hele ki bu KKTC gibi haksız ambargolara maruz kalan bir ülke ise-, insanın kendisini dünyanın kalanından soyutlandığı hissine kapılmasına yol açıyor. Ancak Kıbrıslılar, bunun çaresine bakmayı biraz öğrenmiş ve kısmi bir çözüm geliştirmişler. Adada farklı inanç grupları ve etnik kökenlerden ve ülkelerden gelen çok sayıda yabancı öğrenci ve yerleşimcinin bulunması, garip bir şekilde bu mahrumiyet psikolojisini bastıran bir “dünyanın merkezinde olma” hissini doğuruyor. İnternet de açıkçası epey yardımcı oluyor. Yine de yeterli mi? Kesinlikle değil... Daha fazla yatırım, daha fazla restoran ve sosyal tesis, daha çok sayıda nüfus (heterojen olması şart) lazım. Zaten tam da bu nedenle Kıbrıslı Türklerin çoğu, kendi ülkelerini bırakıp İngiltere’ye kaçıyorlar...
- Annan Planı sonrasında kapılar açılmasına rağmen, Kıbrıslı Rumlar kuzey tarafına neredeyse hiç gelmiyor ve geldiklerinde de sadece casinolara ve otellere gidiyorlar. Sokakta, plajda ya da başka bir yerde bir Rum’a rastlamanız neredeyse imkansız. Kuzeyde Rum’dan çok daha fazla sayıda Afrikalı, Arap, Rus ve İngiliz görebilirsiniz. Bu da, adanın bölünmüşlüğü ve iki ayrı devlet olgusunun iki tarafça da içselleştirildiğinin somut bir ispatı niteliğinde. Ancak Rum ekonomisinin ekonomik kriz nedeniyle çökmesini istemeyen ve kuzeyde tüketim metaları açısından her aradıklarını bulamayan Kıbrıslı Türkler, sürekli güneye giderek alışveriş yapıyor ve Rumların kalkınmasına yardımcı olmaya çalışıyorlar. Bu nedenle, güneyde çok sayıda Kıbrıslı Türk’ün görülebildiği ifade ediliyor. Benim ise, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak güneye “yasal” yollarla geçmem engellenmiş durumda.
- Halkın önemli bölümünde, Türkiye ve Türkiye’den gelenlere yönelik eleştirel bir duruş ve tepki var. Bunun çeşitli sebepleri var elbette. Öncelikle, Kıbrıslı Türkler, İngiliz kolonisi dönemini o kadar olumsuz hatırlamıyorlar. Zira bu dönem sonrasında, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla beraber adada etnik tansiyon artıyor ve Kıbrıslı Türklere yönelik saldırılar yoğunlaşıyor. Ayrıca Koloni döneminin etkisiyle, Kıbrıslı Türklerde, Türk-İngiliz kültürünün karışımından oluşan bir sentez kimlik ortaya çıkmış. Daha sonraları buna AB vatandaşı olanlar için yapay Avrupalı kimliği ve Rum kimliği de biraz olsun eklemlenmiş. Bu nedenle, Kıbrıslı Türkler, kendilerini Türkiye Türkleri gibi hissetmiyor ve hatta kendilerini onlardan kültürel olarak üstte görüyorlar. Buna bir de, Türkiye’nin müdahalesi sonrasında adada artan İslami ve milliyetçi akımlar ve Türkiye’nin kudretli (!) bir ülke olarak KKTC’yi dünyaya tanıtmayı başaramaması eklenince, elbette Türkiye’ye yönelik tepkiler artıyor
-Kıbrıslı Türkler, Türkiye’deki bazı siyasetçileri pek sevmiyorlar. Bülent Ecevit, elbette hayırla yaadediliyor. Daha çok Türkiye’nin spor kulüpleri (Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş) ve Türkiye’nin sanatçıları (şarkıcılar, dizi ve film oyuncuları, şair ve yazarlar) burada tutuluyor. Türkiye’den parlamenterleri getirdiğimizde konferans salonu boş kalıyor, ancak gazeteci-yazar Can Dündar geldiğinde, öğrenciler ve Kıbrıslılar salonu hınca hınç dolduruyor.
-Burada özgürlük hissi fazlasıyla var... Zaman zaman nüfusun azlığı ve adanın küçüklüğü nedeniyle sürekli tanıdık birileriyle karşılaşmanın getirdiği huzursuzluk olsa da, insanlar diğer insanları yaşam tarzları, özel hayatları ve zevkleri nedeniyle yargılamıyorlar. Bu da, insana elbette özgürlük hissiyatı veriyor. Zaten bu nedenle Türkiye’den gelip Kıbrıs’a alışanlar, bir daha Türkiye’ye dönmeyi kolay kolay istemiyorlar.
-Burası aslında yeryüzündeki bir cennet kadar güzel bir ada... Plajlar temiz, kumu altın rengi, doğası ise bakir... Ama bu doğal güzelliklere uygun kalitede bir turizm sektörü henüz geliştirilememiş. Adada sadece kumar ya da eğlence turizmine dayalı ve Kıbrıs’ın tarihi ve doğal güzelliklerinin hakkını veremeyen çarpık bir turizm düzeni inşa edilmiş. Bu durum ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin turizm anlamında da ne kadar yetersiz olduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne getiriyor. Büyük otellerin sahipleri hep Türkiyeli ve maalesef otel kaliteleri beklentilerimin çok altında. Yine de 3-4 tane gerçekten iyi ve lüks otel olduğunu söylemek lazım. Maraş yeniden imar edilirse, belki gerçekten yüksek kalite bir turizm endüstrisinin doğuşuna tanıklık edebiliriz.
- Adada neredeyse herkes İngilizce biliyor. Burada en düşük gelir gruplarına kadar, yerli Kıbrıslılar arasında İngilizce bilme oranı çok yüksek. Bu nedenle aslında iki dilli (bilingual) bir toplumdan bile söz edebiliriz.
- Adanın çözümsüzlüğünün devam etmesi durumunda, ilerleyen yıllarda Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye yönelik öfkeleri daha da artacaktır diye tahmin ediyorum. Ancak çözümsüzlüğün kaynağının Türkiye olmadığını da artık anlamaları gerekir.
Sonuç olarak, Kıbrıs’ta yaşamak yerliler için iyi, Türkiye’den gelenler için biraz zor diyebilirim. Bu nedenle, buraya turist olarak gelmek sanki daha iyi bir seçenek olabilir. Ama birkaç kilometre ötede IŞİD terörü varken, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da iç savaşlar yaşanırken, Akdeniz’in ortasında böyle huzurlu bir turizm merkezinin olması, elbette insanoğlu için bulunmaz bir nimet...