Hikaye, sınırların açılmasına müteakip, Güney Kıbrıs’a, ailemin köyü olan Melandra’ya olan seyahat ile başlıyor. Yaklaşık bir buçuk saatlik bekleyişten sonra sınırı geçiyoruz. O zamanlar ben Ankara’da çalıştığım için daha, normal hayatını yaşayan bir “komşu” görmediğimden, etrafa öyle bir bakıyorum ki sanki antenli yeşil uzaylılar görecekmişim gibi. Halbuki aynı bizim gibi insanlarmış onlar da.
Neyse, bizim köye gelmeden Baf’ta duruyoruz. Eskiden anneannemlere ait olan fırının üstüne arabamızı park edip, yoldan geçen birine fırını soruyoruz. Anlıyoruz ki bizim “komşular’ın” otoparka ihtiyaçları varmış.
Bizim köye gelmeden önce bir köy var, bölgenin en büyük köyü nerdeyse, adı Peristerona. Oradan geçmeden bizim köye gidilmez, eğer eşekle gitmezsen. E tabi aradan onca yıl geçmiş, bulamadık yolu durduk kahvenin önünde. Gençlik de plakayı gördü uzaylı arar. Aradan orta yaşlı biri koştu geldi ısrarla buyur etti kahveye. “E hade” dedi rahmetli Eren Eniştem, endişeli bakışları arasında arabadaki zevatın.
İndik kahveye, herkes verdi siparişini, sohbet başladı. Kimlerdensiniz vs. Dedik Ganno Hüseyin’in çocukları ve torunlarıyız. Arkadan bir amca dikildi ayağa ve başladı konuşmaya gözünden yaşlar dökülerek. Adı Dimitri, dedemden harpten bir hafta evvel veresiye bir torba badem almış. Harp çıktı diye de dedemi bulup borcunu ödeyememiş. Dedemi sordu. Ne getirmediniz ? dedi. Öğrenince dedemin vefat ettiğini, gözyaşları hıçkırıklara dönüştü. Cebinden çıkardı kaç parası varsa vereyim size dedi. Borcumdur. Almadık tabi. Ama bırakmadı Dimitri hesabı, kahve ahalisi ağlar, anamlar ağlar, biz ağlarız.
Vardık köye, taş üstünde taş koymamışlar maşallah. İki mermer basamak taşı aldık hatıra niyetine, biraz zeytin, biraz da badem toplayıp döndük bizim mahalleye.
İçine dokunmaz mı insanın ? Dokunur tabi. Ama bu yıllarını geri getirir mi insanın ? Getirmez tabi. Yanlışı yapan saygısızların suçunu, yapmayanlara yüklemek olur mu ? O da olmaz bence, olmamalı. Önümüze bakıp bu güzel vatanı paylaşmalıyız tarihten gelen “komşularımızla”. Her şeye rağmen.
Senelerce şövenist hikayeler ve anlatımlarla, gerçeklerden uzak, münferit olayların abartıldığı bir tarih anlatımıyla büyüdük. Araştırmak bile suç, araştıranların komunist yaftası yapıştırıldığı hatta suikaste uğradığı bir ülkede, milliyetçi bir gençlik yaratılması amacıyla eğitildik.
Netekim (rahmetli Demirele ithaf olunur), aramızdan aklı başında insanlar çıkabileceğinin düşünülmemesi. Bugünkü neslin seçtiği liderlerle ıspatlanmakta.
Gerçekleri artık araştırıp, öğrenebiliyoruz. İki tarafın da çok ama çok yanlışı ve kaybı oldu. Kabulu ve telafisi olmayan, birçok kayıplar ve acılar yaşandı.
Peki bu kinin sürdürülmesi doğru mu?