Bölgesel çatışmalar Kıbrıs’a sıçrar mı?

Kıbrıs’ın çevresinde kan gölü haline getirilen bir Orta Doğu bölgesinde cereyan eden gelişmeleri dikkate almamak mümkün değil.

Kıbrıs’ın çevresinde kan gölü haline getirilen bir Orta Doğu bölgesinde cereyan eden gelişmeleri dikkate almamak mümkün değil. Hele de savaştan kaçan insanların yarattığı mülteci dramı ve Avrupa devletlerinin insanlık dışı sınır önlemlerini düşündükçe hangi yüzyılda hangi insan hakları için yaşadığımızı sormamak mümkün değil. Sarih olan durum şudur ki Kıbrıs adasında yaşayan insanlar kaosun eşiğinde yeni macera peşindeler. Zira hakikatte yüzyıllara dayanan ama bazıları için “yarım asırlık” sorun olan Kıbrıs meselesi öyle kağıt üstünde not düşülen ve yorumlanmasında her iki tarafça da farklı algıların yaşandığı bir yapıda çözümlenemeyeceğinin idrak edilmesi gerek. Evet Kıbrıs Türkleri uzlaşı istiyor ama bu uzlaşı umudu tıpkı 1960 Cumhuriyeti kurulacağı dönemde sarf edilen umut dolu sözlerin yerini kana bulayan ve işleyemeyen bir cumhuriyet kurulmasını istemiyor. Bunun için iki kesimlilik, garantiler, siyasal eşitlik gibi unsurlar bizler için hayati önem taşıyor. Mülkiyet meselesine ise hiç değinmek istemiyorum…Bu yazıda bölgesel çatışmalar ekseninde Suriye krizine değinerek vukuu bulan hadiseleri sizlerle paylaşmayı ve çevresel faktörler ışığında nasıl bir kaos düzeni etrafında çerçevelendiğimize dikkat çekmek istiyorum. Aslında adada bugüne değin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), USA, İsrail, Rusya, Çin gibi ülkelerin katılımı ile gerçekleştirilen askeri tatbikatlar nedense anavatana ve getirdiği suya sövme misyonu edilenler tarafından hiç öne çıkarılmadı. Bilakis adadaki Türk askeri varlığı ve Anavatan garantörlüğü bu kesimlerce sorunun özü olarak görüldü. Ne geçmiş, ne şuan var olan hakikatleri değiştiremeyeceği gibi halen süren emperyalist düzende sürdürülen hegomonya savaşının kirli niyetlerini örtemez.

Hemen hemen her çağın gelişen teknolojik evrimi ile değişen strateji tanımı ünlü stratejist Clausewitz’in “savaş politikanın başka araçlarla sürdürülmesidir” sözünü yeniden anımsamamıza ve Rusya’nın Suriye çıkarmasında cereyan eden gelişmelere daha fazla ilgi göstermemize sebep oluyor. Nitekim, dört yılı aşkın bir zamanda süregelen Suriye krizi artık yeni bölgesel dengelere ev sahipliği yapacak durumda. Kıbrıs ise bu noktada Doğu Akdeniz’den Suriye’ye açılan bir kapı olarak görülüyor. Öte yandan Rusya’nın, Suriye’ye gerçekleştirdiği hava çıkarması ile yaşanan gelişmeler tam anlamı ile yeni bloklaşmanın başladığının göstergesi. Çin,İran,Rusya karşısında Amerika,Türkiye,Suudi Arabistan,NATO unsurları ısınan doğu Akdeniz’de yeni sancılara gebe...

Esasında Rusya ve Amerika’nın Kıbrıs’ta örtüşmeyen çıkarlar dengesi soğuk savaş döneminde kendini iyice hissettirse de bu rekabet bugün devam ediyor. Ortodoksluğun getirdiği bir bağ ekseninde Rumların Ruslar ile her daim yakın ilişkiler içerisinde bulunması ardıl bir dizi askeri ittifak antlaşmalarının da adada gerçekleşmesi ile sonuçlansa da Amerika ile ilişkiler kapsamında da Rumlar Amerika’daki Yunan lobiciliği sayesinde etkin davranabiliyor. Gerçekte, içinde bulunduğumuz Kıbrıs müzakere sürecinde netice alınmasını beklemek biraz boş ümitleri yansıtan bir düşünce belki de. Hele de Rumların kırmızı çizgilerinin değişmezliğini gördükçe...

Tüm bu ortamda, kim ne derse desin adaya gelen su ile KKTC artık daha güçlü! Zira, KKTC artık , su ile bölgesel olarak egemen varlığını taçlandıracak bir güce sahip olmasına rağmen halen Rumlara dahi sudan verebileceğini dile getirmesi Türk milletinin yüksek karakterinin yansıması ve yurtta sulh cihanda sulh anlayışının bir göstergesi. Suyun gelişi ile oluşabilecek senaryoları başka bir yazıda ele alacağım. Lakin bugün yukarıda da ifade ettiğim gibi Suriye’ye Rusya’nın yaptığı hava çıkarması ve cereyan eden olaylar kapsamında Kıbrıs’ta Türklerin geleceğine değineceğim..

Hakikaten de, Rusya’nın Suriye çıkarması dikkate alınması gereken önemli bir konu. Bölgesel dengelerin değişmeye doğru gittiği, hatta yeni sınır düzenlemelerinin büyük orta doğu projesi kapsamında gerçekleştirilmek istendiği Orta Doğu bölgesi yeniden büyük güçlerin vazgeçilmez noktalarından biri haline geldiği yaşanan olaylarla açıkça görülüyor.

Bilindiği üzere Tartus kentinin limanı, Rus donanmasının çıkarma gemileri ile dolmuş durumda. Çinin de buraya Kızıldeniz üzerinden gemi gönderiminde bulunduğu belirtiliyor. Rusya’nın Suriye’ye insani yardım dışında askeri yardımda bulunmasının somut örneği gerçekleştirdiği hava saldırısında kendini açıkça gösterdi. Zaten, etkin askeri operasyon için gerekli olan hava üssü Rusların şuan elinde. Rusya gerek Suriye ve çevresinde bölgesel güç olmak istese de Lazkiye hava üssü ile Akdeniz’de de etkin güç konumunda olmak istiyor. Amerika ise buna karşı hamleler içerisinde bulunarak Rusya’ya İŞİD ile mücadele edilmeli diyor. Oysa Rusya bölgesel gelişmelerin radikal islamı tetiklediğini dikkate alıyor ve Rusya’nın Esad rejiminin desteklenmesi taraftarı politika izliyor. Zaten BMGK’de Suriye aleyhine alınmak istenen her kararda Rusya veto hakkını kullanarak Amerika karşısında yer alıyor. Son olaylar gösteriyor ki , Rusya artık sahada ve deniz limanı ötesinde Suriye’de inşa edilecek hava üssünü elde etmenin peşinde. Kısaca, Gürcistan,Ukranya ve Kırım ardından Suriye meselesi ile bölgede hakim unsur olma peşinde.

Özellikle de 3-4 Ekim’de Rusya’nın Türk hava sahasını ihlali de küçümsenmemeli. Zira Türkiye’nin İncirlik hava üssü ile Amerika’nın bölgede Rusya karşısında olmasının çerçeve politikası başlıyor ve İngiliz Ağrotur üslerine uzanan bir koridor ile bölge kontrol altına alınabiliyor. Rusya bu hareketi ile NATO’ya mesaj veriyor. Bunun içindir ki gerçekleşen ihlalden sonra NATO ülkeleri toplanarak Rusya’nın bu hareketini kınıyorlar.

Gerçekten de Suriye’nin iç durumu karışık. Muhalif örgütlerin parçalanmışlığı, PYD gibi PKK’nın uzantısı terör örgütünün Amerika ve diğer müttefik güçlerce terörist örgüt görülmeyişi Türkiye’nin rahatsız olduğu konulardan biri.

Öte yandan İŞİD Suriye’nin iç parçalanmışlığı neticesinde en önemli güce sahip oluyor ve bölgesel petrol rezervlerini kontrol altına alarak durumunu sağlamlaştırma yoluna gidebiliyor. Avrupalı ülkelerin bu noktada çekincelerinden biri de petrol boru hatlarının güvenliğinden duyduğu endişe yattığı göz ardı edilmemelidir. Suriye’nin Esad rejimi büyük şehirler ile birlikte merkezi kontrol altında tutmayı başarsa da İŞİD ülkenin Fırat Nehri koridorunu elinde tutmakta ve PYD/PKK gibi güçler de Suriye’nin kuzeyini, Türkiye sınırı boyunca kontrol altında tutmayı hedefliyor. Şuan koridorun yarısını ele geçiren PYD’nin karşısında Türkmen cephesi de parçalanmışlıktan nasibini alanlardan. Rusya’nın gerek Irak Kürtlerine gerekse Esad’a verdiği silah desteği karşısında ,Amerika’nın da muhalif güçlere desteği devam ediyor. Zaten Suriye’nin silah pazarının en büyük oranı Rusya tarafından karşılanmakta…

Tüm bu kaos ortamında KKTC’nin geleceği ne olacak sualini sormamak mümkün değil. Geçenlerde İngiliz bir üst düzeyle gerçekleştirdiğim görüşmede aynen şunları diyor; “ Bölgesel çatışmaların Kıbrıs’a sıçraması(spill over effect), İŞİD’in Kıbrıs’ta yapılanmaya çalışması olayı olursa hiç şaşırmam. İŞİD bizler için büyük bir tehlikedir”… Sizi bilmem ama Kıbrıs konusu diye odaklandığınız bu sürecin arkasında çok politik oyunlar dönüyor. Büyük güçlerin çıkarları insan haklarından önce geliyor. Bunun için Devletimizin egemen varlığı, Anavatan’ın garantörlüğü ekseninde sahip olduğumuz güvenliğin kıymetini bilmek gerek..Yoksa tekerrür eden sadece tarih değil, yinelenen insanlık ayıbı acılar olacaktır…

Bu haber 524 defa okunmuştur
  • ÇOK DOĞRU oğuzhan   - 03.11.2015 TEBRİKLER HOCA
  • imza vatandaş   - 26.10.2015 İMZA Emete Hocahanım,çok güzel bir yazı olmuş

:

:

:

: