Kıbrıs Türkünün ulaşmak istediği çözüm modeli adına ister federal diyelim,ister AB’ne üyelik yolu açan “kaçınılmaz fırsat” görelim, her şeyden evvel Rumlar ile ortaklık temelinde oluşturulmak istenen yeni düzende temel güvencelerin sağlanması gerekliliği üzerinde çoğunluk görüşü hakimdir. Bu temel güvencelerin belki de en hayati konularından biri de varılacak anlaşmanın AB birincil hukuku olması meselesidir. Kamuoyunda aslında bu tabir pek fazla anlaşılır bir durumda değildir. Bugünkü yazımda neden varılacak anlaşmada AB birincil hukuku önemli, olmaması halinde nasıl sonuçlar bizleri bekliyor ve en önemlisi de neden Rumlar buna itiraz ediyor bunları irdelemeye çalışacağım.
Avrupa Birliği hukuku esasında “yeni bir hukuk düzenidir”(Hartley,2011). Bu itibarla, AB hukuku, dört ana kaynaktan beslenmektedir:(1) üye devlet tasarrufları; (2) Birlik tasarrufları; (3) üye olmayan devletlerle ve uluslar arası örgütlerle/kuruluşlarla akdedilen uluslararası anlaşmalar; (4) yazılı olmayan kaynaklar (Birlik hukukunun genel ilkeleri ve uluslararası teamül hukuku)(Hartley,2010). Neticede AB hukukunun kaynaklarını yazılı ve yazılı olmayanlar olarak sınıflandırılmaktadır. Yazılı kaynaklar, üye devlet ve Birlik tasarruflarının (iç kaynaklar) yanı sıra uluslararası anlaşmalardan (dış kaynaklar) meydana gelmektedir. İç kaynaklarda üye devletlerin işlemlerine yer verilmektedir. Buna göre üye devletlerin kurucu nitelikli tasarrufları, üye devletlerin bütünleyici sözleşmeleri,ve üye devlet temsilcilerinin belirli tasarruflarını içermektedir. Bizim için burada önemli olan üye devletlerin kurucu nitelikli işlemleridir. Bu işlemler 3’e ayrılır; (a).kurucu antlaşmalar, (b).Kurucu antlaşmaları değiştiren antlaşmalar,(c).Katılım antlaşmaları. AB zaten kurucu antlaşmalar ile doğmuştur. Bu anlamda bunlar anayasa niteliği taşımaktadır. Kurucu antlaşmalar 18 Nisan 1951 AKÇT Antlaşmasından, 13 Aralık 2007 Lizbon Antlaşmasına kadar geçen sürede yenilenmiştir.
Kurucu antlaşmalar, birliğe yeni devletlerin üye olarak katılması ile birlikte kısmen değişime uğramaktadır(Oudenaren, 2004). Bu tür antlaşmalar 16 Nisan 2003 tarihli Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin “ Kıbrıs Cumhuriyeti” sıfatı ile Katılım Antlaşmasına dahil olması gibi. Katılım antlaşmaları üye devletlerin ise kurucu tasarrufları olarak görülmektedir. Şayet Kıbrıs’ta yeni varılacak anlaşma için yenilenmiş bir katılım anlaşması uyarlanmazsa o halde 2003 katılım anlaşmasına uyarlanmış yasalar oluşturulmak zorunda. Bunun böyle olması Kıbrıs Türklerini ciddi sıkıntıya sokacak neticelere sebep olabilecektir. Zira 2003 Katılım anlaşması Orams davası neticesinde İngiliz Yüksek Mahkemesinin aldığı kararı GKRY ABAD’a temyiz etmiş ve burada yorumlanmasını sağlamıştır. Buna göre Rum yasa ve mahkemelerinin kuzeyde geçerliliği kabul görülmüştür. Bu konu yaşanacak sıkıntılardan sadece biridir. Nitekim, Avrupa Birliği Adalet Divanı(ABAD) kararları ise birlik hukuk düzeni inşasında önemli rol oynamaktadır(Leanerts&Nuffel,2010). Bu hakikiat göz ardı edilemez. Bu doğrultuda birincil hukuk konusunun daha anlaşılabilir kılmak ve ayrıca ehemmiyetine dikkat çekmekte fayda vardığı kanısındayız.
Evvela, AB hukukunun kaynakları hiyerarşik bir düzen içerisinde şu şekilde sıralanabilir; Birincil hukuk, yazılı olmayan hukuk , AB’nin taraf olduğu uluslar arası anlaşmalar ve ikincil hukuk(Tridamas,2007). Buna göre kurucu antlaşmalar, kurucu antlaşmaları değiştiren antlaşmalar, katılım antlaşmaları ve bu antlaşmalara ekli protokoller birincil hukuku oluşturmaktadır(Borchardt,2007). İlaveten, AB Temel Haklar Şartı kurucu antlaşmalar ile ayni “hukuki değere sahiptir”(Arsava,2005). Bu durumda temel haklar da birincil hukuk statüsüne sokulmaktadır.
Birincil hukuk ayrıca normlar hiyerarşisinin en tepesinde yer almaktadır(Kaczoworska,2011). Bu durum da ABAD’ın birincil hukuk ile ilgili olarak herhangi bir şekilde geçerlilik denetimi yapamamasını sağlamaktadır(Tridimas,2007). ABAD’ın buradaki yetkisi sadece birincil hukuka giren kurallar ile ilgili olarak yorum yapmakla yetkili olduğudur.
Kıbrıs müzakere süresince KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı’nın Brüksel ziyaretinde Rum lider Anastasiades’e birincil hukuk konusunda talebini iletmesi akabinde Rum yönetiminde siyasi partiler ve liderlik tarafından tepki gösterilmesi ve reddedilmesi hassasiyetle düşünülmesi ve değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Bir kere birincil hukuk , AB’nin taraf olduğu uluslar arası analaşmalar karşısında en üst tepede bulunmaktadır. Dolayısıyla birincil hukuk hiyerarşik olarak da ikincil hukukun üzerinde bulunmaktadır. Kurucu antlaşmalar yani birincil hukuk, birlik kurum tasarrufları , yani ikincil hukukun üstünde yer almaktadır(Hetmeier,2003).
Adalet Divanının Kapp Ahl Oy kararına göre;
“Katılım antlaşmasının kurucu antlaşmada yer verilen kurallardan sapmaya izin veren derogasyonları , kurucu antlaşmanın hedeflerine erişmeyi ve kurucu antlaşmaların bütünüyle uygulanmasını kolaylaştıracak şekilde yorumlanmalıdır”. Yani tüm ek protokoller dahi temel hükümler ile her daim uyum içinde yorumlanması gerektiği belirtilmektedir. Bu nedenle katılım anlaşmasının ve derogasyonların önemi de ortaya çıkmaktadır. Bu noktada Kıbrıs’ta 2003 Katılım Antlaşması şekliyle devam edilirse, yeni kurulan ortaklık cumhuriyetinin yasalarının buna uygun olması gerekecektir. Bu doğrultuda yeni yasaların eski katılım anlaşmasına uyarlanması ve bu doğrultuda şekillenmesi söz konusu olacaktır.
Nitekim, müzakere heyetinin varılacak anlaşmada birincil hukuk vurgusu haklı ve yerinde bir taleptir. Bunun kabul görmesi daha sonra oluşabilecek uyuşmazlıkların da önüne geçebilecektir. Bu noktada kurucu antlaşmadaki serbest dolaşım hükümleri ile temel haklar karşı karşıya geldiğinde bile bu ikisi arasında bir denge arayışı olabilecektir. Örneğin Schimdberger kararına göre; hem birlik hem de üye devletlerin temel haklara saygı göstermesi gerektiğinden, bu hakların korunması ilke olarak malların serbest dolaşımı gibi kurucu antlaşma tarafından güvence altına alınan temel bir serbesti olsa bile birlik hukukunca vazedilen yükümlülüklerin kısıtlanmasını haklı gösteren meşru bir çıkardır(Göçmen,2011). Dolayısıyla , bu örneklemden hareketle, güvence altına alınmak istenen temel haklarımız sadece birincil hukuk kabulü ile gerçekleşebilecek ve anlaşma sonrasında Rumların mahkeme yolunun önünü kapatabilecektir. Nitekim, Kısıtlanma tamamıyla Kıbrıs Türklerinin kimlik yapısını,otoritesini koruyacak şekilde düzenlenmeli ve Kıbrıs Türkünün temel haklarına saygı gösterilmelidir.
Mamafih, Birincil hukuk sadece dört özgürlükler temelinde çatışmaların olmasını önlemeyecek ayni zamanda merkez bankası statüsünde bile çıkabilecek ihtilaflara önlem olabilecektir. Dolayısıyla tüm bu hususlar en baştan düzenlenmelidir. (yarın devam edecekir)