Cenevre’ye giden kalabalık heyetlerin şu ana kadar devlete ne kadar mali yük bindirdiğine dair henüz bir açıklama gelmedi.
Ve/fakat günler geçmesine karşın Cenevre’de yaşananlara dair bilgileri bir roman tadında okumaya devam ediyoruz.
Gazeteci Esra Aygın’ın Cenevre notlarından öyle ilginç bilgilere sahip oluyorum ki.
İnanılır gibi değil.
Nasıl mı?
Şöyle ki; Başbakan Hüseyin Özgürgün ve beraberinde Cenevre’ye götürdüğü ekibin kaldıkları otelin lobisinde bu süreci çay ve kahve içerek değerlendirdiğini öğreniyoruz.
Hoş basına yansıyan fotoğraflardan da aslında üç aşağı beş yukarı görebiliyorduk orada ki havayı.
Çaylar ve kahvelerin eşliğinde cümbür cemaat hükümetin en üst düzeyde otel lobilerinde temsil edildiğini anlamamız çok da zor olmamıştı.
Lakin diyordum ki kendi kendime , her halde çalışmaya ara verdikleri bir zamana denk geliyordur bu kahve molaları.
Oysa öyle değilmiş!
Meğer Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanlarının ve beraberindekilerin tarihi Cenevre konferansında kendilerine biçtikleri rol buymuş.
Halbuki oraya kadar gitmişler.
Beraberlerinde önceden müzakereler ile doğrudan ilgili tecrübe sahibi insanları da götürmüşler oralara..
Yani konuya vakıf insanları.
En azından gezme niyeti ile oraya girmeyen insanları.
Hazır orada Kıbrıs sorununa müdahil olan ülkelerin temsilcileri de var iken, hükümet olarak da bu konuda bir duruşları mevcutken bu fırsatı neden değerlendirmediler?
Kaldı ki bu duruşun sürecin seyri ile örtüşmediği de ortada.
Akibete dair kaygıları var, yöntemle ilgili endişeleri var..
O zaman bütün bunları çıkıp onlara neden anlatmayı denemediler?
Fikirlerini paylaşmadılar, kaygılarını dile getirmediler, endişelerini ortaya koymadılar kısacası diplomasi yapamadılar.
İngiltere orada, AB orada, Türkiye orada, Yunanistan orada.
Böyle bir fırsat kaçırılır mıydı?
Nihayetinde temsil ettikleri siyaset gereği karşı duruşlarının gerekçelerini anlatabilirlerdi onlara.
Ama herkesi görmezden geldiler.
Cenevere’de Sarayönünü yaşamayı tercih ettiler.
Görüşmelerin sürdüğü alanda değil kaldıkları otelin lobisinde sitem edip durmayı seçtiler.
Sayın Akıncı’ya karşı cephe almanın doğruluğuna ikna oldular oralarda.
Mektup yazdılar şikayette bulundular.
Hade diyelim ki bu bir tepki olsun.
Peki icabet etmeyeceğiniz bir bilgilendirme toplantısına el yazısı ile küçük bir kağıt parçası üzerine not yazıp kapının altından atmak nedir arkadaş?
Yanlış okumadınız.
Başbakan Hüseyin Özgürgün, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın kendilerine danışmadan harita verdiğini gerekçe gösterdiği el yazısı ile küçük bir kağıt parçasına yazılmış notu Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın kaldığı otel odasının kapısının altından atıyor veyahut attırabiliyor.
Bu nasıl bir devlet adamlığı anlayışıdır işine isterseniz hiç girmeyelim.
Zira ben küstüm oynamıyorum tavırları gösteren bir ergenin ruh hali ile hükümetin bu bağlamda yönlendirildiğini görüyoruz.
Tabi ki üzülüyoruz.
Hatta sitem ediyoruz.
Bu kadarı da olmaz diyoruz,fakat oluyor.
Ülkemin Başbakanı.
Böylesi tarihi günlerden geçtiğimiz bir dönemde diyalog yollarını kendince tıkıyor.
Devletler arası ilişkileri geçtim, kendisinin Başbakanı olduğu devletin Cumhurbaşkanına kapının altından el yazısı ile yazılmış bir not atmak yerine gidip yüz yüze konuşamıyor.
Mevzuyu kapı altlarından sağlanacak ilişki düzeyi kadar ciddiyetsizliğe indirgiyor.
Bu mu yani?
Maalesef bu..
Dahası da ötesi de yok!