Devletlerarası sahtekarlığın ibret verici boyutları -2

KKTC Cumhurbaşkanının, yeni bir görüşme zemini uğruna kendi halkının yaşamsal haklarını ertelemeye ve görüşmelerde netice alınamaması halinde BM Hakemliğine rıza göstermesi, BM ve AB organlarınca “tatmin edilmesi gereken esas kanat, Rum-Yunan kanadıdır” anlayışını gündeme yerleştirmiştir.

KKTC Cumhurbaşkanının, yeni bir görüşme zemini uğruna kendi halkının yaşamsal haklarını ertelemeye ve görüşmelerde netice alınamaması halinde BM Hakemliğine rıza göstermesi, BM ve AB organlarınca “tatmin edilmesi gereken esas kanat, Rum-Yunan kanadıdır” anlayışını gündeme yerleştirmiştir. Bu durum karşısında AB, Rum-Yunan dayatması ile KKTC’ye verilen söz ve taahhütlerini askıya almış, sahtekarlık ve uzlaşmazlık ödüllendirilerek mağdur ve haklı taraf daha derin bir mağduriyete sürüklenmiştir.

Geçmişte Kıbrıs Türkü’ne karşı işlenen insanlık suçlarına ve haksızlıklara karşı sesini yükselten Anavatan’daki kamuoyu, Kıbrıs Türk halkının bu akıl almaz sessizliği ve hareketsizliği karşısında “Erenköy destanları yazmış Kıbrıs Türk Halkı nerede?” diye haykırırcasına, sukut etmeyi yeğlemiştir.
Son günlerde yapılan Talat – Hristofyas görüşmelerinde KKTC Cumhurbaşkanı’nın, AB başlığı altında cereyan eden müzakerelerden “memnuniyet” getirmesi ise dikkatlerden kaçmamıştır.

1960 Antlaşmalarının ardından ve antlaşmaların imzasının kurumasını beklemeden Kıbrıs Türkü’nün, Kıbrıs Adası üzerinde, Rumlara eşit hak ve yetkilerini ortadan kaldırmak üzere top yekun bir saldırıya geçen Rum Halkı 1960-63, 1963- 67, 1974 - 2004 yıllarında olduğu gibi 2009 yılında da, Ortodoks liderliğinin himayesinde, toplumsal saldırganlığı ile kronikleşmiş toplumsal sahtekarlığını sergilemeye devam etmektedir.

Rum Ulusal Konseyi’nin Kıbrıs Türkü’ne bakış açısını, Papatopulos’un yakın mesai arkadaşı GKRY eski dışişleri bakanı Lilikas yeni yayınlanan “Kıbrıs Sorunun çözümü-Gerçekler, Diplomasi ve Tercihler” adlı kitabında şu ifadelerle özetlemiştir : “Papatopulos, BM Genel Sekreteri’ne, Güvenlik Konseyi’ne, Avrupa Birliğine ve 2003 seçimlerinde Kıbrıs halkına karşı üstlendiği taahhütlere rağmen, ne iki bölgeli, iki toplumlu federasyonu ne de siyasal eşitliği kabul etti... Bunları sadece prosedür içinde öldürmek üzere kabul etti, öldürdü de… Rumlar ne siyasi eşitliği, ne federasyonu ne de Annan Planını benimsemiştir… 8 Temmuz anlaşması Rumlar açısından bir oyundu… Annan Planı, Federasyon ve siyasi eşitlik çıkmazların ve karar alamamanın reçetesidir. BM çözüm parametreleri ve siyasi eşitlik çıkmazın ve zorunlu ayrılıkların reçetesidir. 8 Temmuz anlaşması Annan Planı’ndan uzaklaşmak için kabul edilmişti. Müzakereleri ve federasyonu kabul eder gibi görünerek BM’nin öngördüğü çözümü, prosedür içinde öldürmek için bir araçtı, nitekim o yapıldı ! Kofi Annan’ın 2004 Raporu’nda “reddedilen basit bir plan değildi, çözümün ta kendisiydi” ifadeleri bu durumu teyit etmektedir.”

GKRY Liderliği, Makarios’la birlikte ve değişmeyen bir çizgide tüm Kıbrıs için mutlak bir Helen egemenliği idealini her koşulda ve her devirde sürdürmeye kararalı olduğunu 45 yıldan beri yeterince kanıtlamıştır.

Kıbrıs Türkü için, Rumların insafına kalmış bir kader birliğine inanmaya devam edenler Kıbrıs Türk Halkı’nın barış ve huzurunu tehlikeye atmakta olduklarını artık teslim etmelidir. Yıllarca Kıbrıs’ta Helen hakimiyeti uğruna insanlık suçları işlemiş, imza ettiği antlaşmaları ve kabul ettiği taahhütleri bir çırpıda inkar ve ihlal etmiş, siyasal amacı için her türlü şiddet ve zorbalıktan çekinmemiş ve devlet olarak kurumsal sahtekarlığı bunca yıl rehber edinmiş Rum Liderliği, Kıbrıs Türkü’nü tek devlet ve tek egemenlik ve tek coğrafyada ortak bir geleceğe zorlayacak haklılık zeminini hukuken olduğu kadar, siyasi ve ahlaki olarak da tamamen kaybetmiştir. Uluslararası hukuk ve antlaşmalar halkların yok olması için değil güven içinde varolması için vardır. Tek devlet ve tek egemenliğin, Helen devleti ve Helen egemenliğine dönüşmemesinin tek güvencesi, son 35 yıldır fiilen mevcut ve kökleşmiş iki egemen devlet esasına bina edilen bir çözümdür.

Tony Blair’in Orta Doğu yaklaşımında olduğu gibi, “Tek devletse kimin devleti? Tek egemenlikse kimin egemenliği? kavgasına son vermenin tek yolu egemen iki devletli çözümdür.”

Kıbrıs Türkü’nün egemen devlet hakkını, toplu takas ve toplu tazminat esasına dayalı iki kesimliliği, iki ayrı halk ve iki ayrı demokrasinin siyasal eşitliğini ve Türkiye’nin etkin garantisini içermeyen bir çözüm, Kıbrıs’ta yeni kavgaların ve yeni acıların reçetesi olmaya mahkumdur.

Bu haber 306 defa okunmuştur

:

:

:

: