Kıbrıs sorununu yaratan ve 50 yıldan beri çözümsüz kılan Rum Yunan kanadı, Türkiye'nin Adadaki garantörlük hakları ile tek taraflı müdahale hakkı'nın ortadan kalkması ve Kıbrıs'taki meşru askeri varlığına son verilmesi dışında elde etmek istediği tüm stratejik tavizleri Annan Planı çerçevesinde ve 2008 yılında yeniden devam edilen Talat - Hristofyas, Eroğlu - Anastasiadis ve nihayet Akıncı -Anastasiadis görüşmelerinde, nihai antlaşmaya bağlı olarak, büyük ölçüde gerçekleştirmiştir.
Kıbrıs sorununu yaratan ve 50 yıldan beri çözümsüz kılan Rum Yunan kanadı, Türkiye'nin Adadaki garantörlük hakları ile tek taraflı müdahale hakkı'nın ortadan kalkması ve Kıbrıs'taki meşru askeri varlığına son verilmesi dışında elde etmek istediği tüm stratejik tavizleri Annan Planı çerçevesinde ve 2008 yılında yeniden devam edilen Talat - Hristofyas, Eroğlu - Anastasiadis ve nihayet Akıncı -Anastasiadis görüşmelerinde, nihai antlaşmaya bağlı olarak, büyük ölçüde gerçekleştirmiştir.
Rum Yönetimi Meclisinin Enosis kararı görüşme sürecine beklenmedik bir takoz koymasına rağmen, Rum- Yunan kanadı müzakere süreçlerinde orta ve uzun vadede Ada sathında siyasi, ekonomik, coğrafi ve demografik olmak üzere tam bir Helen egemenliğinin tüm engellerini, görüşme masasında büyük ölçüde ortadan kaldırılmış olmanın önemli ve stratejik avantajlarını kolayca elden çıkarması beklenmemelidir. Türkiye'nin Adadaki varlığının etkisizleştirilerek sonlanması ve 'Sıfır Türk Garantisi ve sıfır Türk Askeri' şartının antlaşmanın entegre bir unsuru olarak güvence altına alınması Cenevre’de yapılan son görüşmelerde netlik kazanmayınca Rum- Yunan kanadı zamana oynamayı ve Türkiye'nin ciddi bölgesel sorunları yanında 16 Nisan da yapılacak Referandum sürecinin Türk Dış Politikasının enerjisine ve uluslararası etki kabiliyetine ciddi olumsuzluklar getirebileceği hesabı içinde, 'masumane' takdim edilen Enosis kararı ile görüşme sürecini dinamitleme riskini göze alma yönüne gitmiştir. BMGS Kıbrıs Özel Temsilcisi Espen Eide ve AB yetkililerinin Rum Liderin bu uzlaşmaz tavrını kınamaya bile yanaşmaması manidardır. Bunun ötesinde Espen Eide'nin kriz sonrası Atina, Ankara ve Lefkoşa’da yapmış olduğu temaslar sonunda her iki liderin yeniden masaya döneceğini ve aşılmaz gibi görünen ' garantiler ve güvenlik' konularının da tarafları tatmin edecek bir formatta çözüme kavuşturulacağından emin olduğunu ifade etmesi önemlidir.
Öyle anlaşılıyor ki 2004 den bu yana başlatılan müzakere süreçleri Rum- Yunan kanadı açısından optimal bir pazarlık noktasına ulaşılmıştır. Rum- Yunan kanadının bir an önce masaya dönülmesi için yapmakta olduğu çağrıların nedeni budur. AKEL lideri başta olmak üzere Türk kanadına yönelik devreye giren ' dostluk ve ülkedaşlık ' mesajları ve yeniden estirilmeye başlanan ' Barış ve çözüm' rüzgarları Kıbrıs’ta Helen çoğunluğunun egemenliğine dayalı ve AB normları ile AB müktesebatının geçerli olacağı bir ' çerçeve antlaşmanın' referanduma sunulma aşamasına gelinmekte olduğunun da göstergesidir.
2004 yılında Tüm Kıbrıs adına AB ne tam üye olan bir Kıbrıs Rum Cumhuriyetine
Tek Devlet, Tek Egemenlik, Tek Vatandaşlık ve Tek Uluslararası Kimlik altında entegre edilmemiz ve AB müktesebatı ve AB dört özgürlük ( serbest dolaşım, serbest yerleşim ve serbest ikamet, serbest iş kurma, serbest mal ve sermaye dolaşım kurallarının uygulanması ) temel kriterlerinin kesintisiz uygulanması ile orta ve uzun vadede mutlak bir Helen egemenliğinde eritilmemiz, amaçlanan Referandumun esas hedefidir.
TC ve KKTC , Kıbrıs’ta yeni bir Referandum tuzağına asla düşmemelidir!!! Referandum, manipüle edilmesi kaçınılmaz bir sonuçla, KKTC Devleti, toprağı, coğrafyası, güvenlik ve bağımsızlığının ilelebet son bulması demektir. Tek Devlet ve tek egemenlik, tek vatandaşlık çatısı altında bireysel mülkiyet hakkına dayalı mülkiyet rejimi, çapraz oy ve iç vatandaşlık siyasal hakları, AB normlarının kesintisiz uygulanmasıyla Kuzeydeki 'Türk Eyaletinin ' on yıl gibi kısa bir süre, içinde Helen çoğunluğuna dönüşmesini kaçınılmazdır.
Bu gelişmeler ışığında Enosis kararına mütekabiliyet ve karşılıklılık ilkesi altında KKTC Meclis'inden tüm Kıbrıs’ın Türkiye'ye bağlanma kararının üretilmesi veya en azından görüşmelerin askıya alınarak KKTC’nin uluslararası alanda Güney Kıbrıs Rum Yönetimine denklik yaratacak şekilde AB ve uluslararası alanda yerini alması TC- KKTC ortak dış politikasının temel bir hedefi ve misyonu olmalıdır. Bu fırsatı 2004 yılında tarihi bir hata işleyerek değerlendiremeyen TC- KKTC ortak dış politikası, bu son fırsatı gündemden uzaklaştıracak adımlardan özenle kaçınmalıdır. BU KOŞULLARDA YENİDEN MÜZAKERE MASASINA DÖNMEK KIBRIS VE DOĞU AKDENİZ'DE, STRATEJİK VARLIĞIMIZ VE GÜVENLİĞİMİZDEN İELEBET VAZGEÇMEK DEMEKTİR!!!
Ne yazık ki KKTC, Cumhurbaşkanı sayın Akıncının masaya yeniden dönmek için Enosis kararının yarım yamalak ve göstermelik bir şekilde geri çekilmesi ile yetinmesi, üzücü ve kaygı verici bir durumdur.
Rum Dışişleri eski bakanları Rolandis’in açık itirafları ile Kıbrıs'ta adil ve makul olan en az yedi kapsamlı çözüm önerilerinin tümünü Rum - Yunan kanadı reddetmiştir. BM genel sekreteri Perez de Cuellar'ın 1986 kapsamlı çözüm önerisi, Müteakiben BMGS Butros Galinin, çözüm ana fikirler dizisi ve en son 2004 yılında Kıbrıs'ta ayrı ayrı referanduma sunulan BMGS Kofi Annan Planı Rum- Yunan kanadı tarafından dünya ve tarih önünde reddedilmiştir. Yarım asırdan beri devam eden Kıbrıs sorununda hakça bir çözüm, Ada'yı Yunanistan'a ilhak etme milli ideali uğruna Rum- Yunan Kanadı tarafından sürekli engellenmiştir.
Rum - Yunan kanadı, ambargolar altında bir Kıbrıs Türk Halkının er veya geç masada teslim olacağı hesabı içinde çözümsüzlük politikasını yarım asırdan beri sürdürmektedir.
Özellikle ambargo, eşitsizlik ve izolasyonların hala devam ettiği günkü format ve çerçevede görüşme sürecine devam etmek ve uluslararası alanda iki eşit halk/ iki eşit devlet gerçeği görüşme sürecinin Temel unsuru olarak uluslararası alanda kabul edilmeden masaya dönmek BM - AB desteğindeki Rum- Yunan kıskacında teslim olmamızın kesin bir ilanı ve kabulü anlamından başka bir şey değildir!!!