Seçici inkar...

Kıbrıs sorununa çözüm bulmak zor iş...

Kıbrıs sorununa çözüm bulmak zor iş... Yarım yüzyıldan uzun geçmişi bile İsviçre'nin meşhur kış turizm merkezlerinden Crans Montana'da toplanan heyeti muazzamının işinin ne kadar meşakkatli olduğunun altını çizmektedir.
Kim ne diyebilir Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres'in 'Bazı hassas ve meşakkatli konular çözüm bekliyor ancak bütünlüklü çözüm paketinin ana unsurlarının neler olacağı hususunda bir anlayış oluştu' açıklamasına? Bu açıklama esasında gelinen hassas aşamanın da bir ifadesi değil mi?
Genel sekreterin bahsettiği bu çözümün esas unsurları nelerdir? Tabii, Kıbrıs gibi yaygın seçici inkar alışkanlığı olan bir adada bu basit soru bile beş milyon dolarlık br bulmacaya dönüşüveriyor.
Kıbrıs Türkleri arasında, çoğunluğu solcu ve fırsat düşkünü bir kesimden oluşan, belki Stockholm Sendromunun bir tezahürü, belki de alacakaranlık kuşağında gibi askıda kalan geleceği artık görme talebiyle, adadaki sorunu Türkiye'den kurtulma olarak algılayanlar var maalesef. Bu arkadaşlar Rum sevici. Rumlar ne yapmış etmiş, kimi kesmiş, kime mezalim uygulamış umurlarında bile değil. Varsa yoksa Türkiye'den, Türk olandan kurtulma... 1974'den önce neler olmuş? Kim kimi öldürmüş, ne mezalimler yaşanmış? O kadar uzun süre ve o kadar yoğun bir travma yaşadıktan sonra normaldir belki de yaşananları unutmak istemek, olmamış gibi davranmak. İyi de, hadi Kıbrıs Türk solcu ve çıkarcı arkadaşları yaşadıkları travmanın sonucu, Stockholm Sendromu yaşadıklarından dolayı böyle seçici inkar davranışı içerisine düştüklerini kabul edelim, peki Rumlar? 1960'da İngiliz sömürge yönetiminden adada iki halkın ortaklığıyla efektif bir federasyon kurarak, Kıbrıs Cumhuriyeti ile bağımsız olduktan sadece iki yıl sonra Kıbrıs Türklerine yönelik soykırım amaçlı saldırılara niye başladılar? Şimdi niye o soykırım teşebbüsünü inkar ediyorlar, unutmuş, adeta yaşanmamış gibi davranıyorlar?
Bu seçici inkar yaklaşımı ile yeni bir otaklık kurulabilir mi? 1963'den 1974 Türkiye müdahalesine kadar geçen uzun on bir yıllık dönemde yaşanan acı olayları seçici inkar etmek bugün tekrar bir ortaklık devleti kurma çabalarına katkı koyabilir mi? Elbette ki koymaz, aksine güveni yıktığı için bu inkar siyaseti yeni ortaklık imkanlarını da zorlaştırır. Ancak, bütün bunlara rağmen güvenlik veya garantiler meselesinin Kıbrıs sorununun esası olduğunu iddia etmek yanlış ve art niyetli olacaktır. Daha bu hafta, çok yerinde bir şekilde, KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Dr. Sibel Siber bir uyarıda bulundu. Sibel Hanım Kıbrıs sorununun tüm veçheleri önemli olmakla birlikte esasının iki halkın adanın yönetimini nasıl paylaşacakları olduğunu kendine has zarif üslubu ile net bir şekilde hatırlattı. Bu hatırlatmaya neden ihtiyaç duydu? Belki Crans Montana'da dar bir ortama hapsedilip baskı altında ödün vermeye zorlanan Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'ya destek olmak istemiştir, belki de adada ve Crans Montana'da el parasıyla 'aman ha barış şimdi' gösterileri yapanlara, yaptıklarının tam bir maskaralık olduğunu hatırlatmayı ve 'kendinize gelin' uyarısını amaçlamıştır. Bilemem. Neticede iyi yapmıştır Sibel Hanım, sağ olsun.
Ama haklı bir noktanın da altını çizdi bu açıklamasıyla. Kıbrıs meselesi ne hangi toplumun kontrolü altında ne kadar toprak olacağı, kişisel mal-mülk konusunun ne olacağı, göçmenler, ve hatta garantilerin akıbeti değildir. Onların hepsi ve daha bir sürüsü elbette önemli başlıklardır ama esas konu güç paylaşımı, adanın idaresinde, egemenliğinde iki halkın azınlık-çoğunluk değil, aynı anavatanda eşit yaşaması gereken iki halk olarak nasıl paylaşacağıdır. Unutan varsa hatırlatayım, hani o Rusya sebebiyle açıklanamayan Kofi Annan mektubu vardı ya 2004 sürecinin Rumlar tarafından berhava edildiğini, cezalandırılmaları gerektiğini, Kıbrıs Terklerinin çözüme büyük katkı koyduğunu ve ödüllendirilmesi gerektiğini vurgulayan, bu ifade de oradan alınma...
Rum lider Nikos Anastasiades ve Yunanistan sanki her şey hallolmuş da garantiler ve Türkiye'nin Kıbrıs'taki varlığı tek mesele kalmış gibi bir algı operasyonu yürütüyor. Bizim, daha kötüsünü söylemek istemiyorum, acemi ve beceriksiz görüşmeci ekip de maalesef Rum yelkenine hava üflemekle meşgul. Her konu hallolmuş, bir tek garantiler kalmış gibi beyanlar, yabancılarla temaslarda devamlı bu konunun işlenmesi ve Türk dışişlerinde de maalesef 'Her konuda anlaşma olursa garantiler yüzünden sürecin çökmesine müsaade etmeyiz' gibi sorumsuz ve anlamsız beyanlar algı savaşına birkaç sıfır geriden başlamamıza sebep oldu.
Başkanlıkta rotasyon, yönetime etkin katılım, adı net olarak konmasa da Kıbrıs Türklerinin güvenliği, varlığıyla ilgili konularda, adı kullanılmasa da, veto hakkı gibi yetkiler talepleri ne oldu? Adım attı mı Rumlar?
Bütün bunları yok sayıp sadece güvenliğe odaklanacak bir egzersiz sonucu ne olursa olsun başarısızlığa mahkumdur. Zaten adanın geçmişi, elli yılı aşan Kıbrıs görüşme süreci, Rumların bu son kertede sergiledikleri dostane olmayan davranış şekli federal çözümün ne kadar imkansız olduğunu yeterince sergilemedi mi? İki halkın ısrarla federasyon veya aynı çatı altında yaşamayı içeren çözüm önerilerine ne kadar alerjili olduğu açıkça ortadayken ve dünyanın dört bir tarafında federasyonlar artık geçerli yönetim modeli olmaktan çıkarken, niye Kıbrıs'ta federasyon?
Bir kere birlikte yaşam olabilmesi için Rumların 1974 öncesi dönemi hatırlaması, Anastasiades'in kameralar önünde özür dilemesi gerekmiyor mu?
Mesele Kıbrıs'ta çözüm ise federasyon tek yol değil çıkmaz yoldur, bu artık görülmelidir. Avrupa Birliği içerisinde iki devlet gibi başka formüller de vardır, artık bunları gözetmenin, üzerine yoğunlaşmanın zamanı gelmiş de geçmektedir bile.


Bu haber 1763 defa okunmuştur

:

:

:

: