Türkiye’ye bağlı özerk bir yapı demişti azınlık hükümetinin Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu.
Hatta daha da ileriye giderek makamının tüm yetkilerini Türkiye’ye devretmeye hazır olduğunu söylemişti.
Haliyle büyük tepki toplamıştı halkın çoğunluğundan.
Aradan bir kaç gün geçti, Tahsin Ertuğruloğlu’nun bu çıkışının sebebi anlaşıldı.
Meğer bu işin medya ayağı da varmış.
Nitekim Sayın Akdağ’ın açıklamalarını bu yöne çeken bir saptırma olduğu çok açık.
Velhasıl Türkiye’nin Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Bakanı Recep Akdağ’ın KKTC’nin Türkiye’ye bağlanma isteği masada ifadeleri manşete çekildi.
Oysa bu görüşü savunan iradeyi temsil etmeyen ve hatta kişisel düşüncesini devlet politikası diye lanse eden Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu.
Halbuki haberin içeriğinde Sayın Akdağ, Türkiye’nin ve KKTC’nin artık oturup siyasi bir karar vermesi gerektiği yönünde görüşleri var.
Ama bunu yayınlayan medya grubu kalktı ve Bakan Tahsin Ertuğruloğlu’nun kişisel düşünceleri üzerinden Türkiye’nin Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Bakanı Recep Akdağ’ın açıklamaları ile örtüştürmeye çalıştı.
Peki Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunlukla iradesini temsil eden Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı bu duruma ne der?
Yani temsil ettiği ve liderlik yaptığı halkın bu yönde tecelli eden bir iradesi var mıdır?
Öyle anlaşılıyor ki Cumhurbaşkanı ve Kıbrıs Türk Halkının Lideri Mustafa Akıncı bu konunun dışında tutuldu.
Mevzu tamamen Tahsin Ertuğruloğlu nezdinde hükümetin ve maksatlı medya ayağının dar çerçevesinde hayat buldu.
Peki bugün UBP-DP azınlık hükümetinin Kıbrıslı Türklerin iradesini yansıttığını söyleyebilir miyiz?
Hayır.
Peki neden?
Çünkü meşruiyetini kaybetmiş, halkın genelinin desteğini ve güvenini yitirmiş bir meclisten zorlama bir hükümet çıkartıldı.
Adına da bu yüzden azınlık hükümeti denildi.
Dolayısıyla bu hükümetin Kuzey Kıbrıs’ta siyasi iradeyi temsil ettiğini söylemek ya da bunu varsaymak doğru değildir.
O halde böyle bir hükümetin Dışişleri Bakanının bu yöne yapmış olduğu açıklamalar Kıbrıs Türk Halkının genelinin iradesi olarak algılanmamalı.
Ve bunun üzerinden koskoca Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti politika belirlememelidir diye düşünüyorum.
Zira bu Türkiye’nın zaten sıkıntılı olan dış diplomasi anlayışını daha da içinden çıkılmaz sığ bir döngüye sokar.
Ha diyelim ki Kıbrıslı Türklere bu soruldu ve böyle bir irade ortaya çıktı.
Ve Türkiye’ye bağlanma kararı halkın iradesi oldu.
Böyle bir şey siyasi olarak mümkün mü?
Değil.
Hoş sadece siyasi değil, hukuki olarak da sıkıntılı bir durumdur bu.
Zira Zürih ve Londra antlaşmalarını hükümsüz kılacak yeni antlaşmalara ihtiyaç duyulacaktır.
Bunun için de uluslararası destek lazım.
Nitekim Türkiye’nin bugün Kıbrıs’ta bulunma sebebini de,adada ki pozisyonunu muhafaza etmesini de yine bu anlaşmalar belirlemiştir ve halen belirlemektedir.
Türkiye işte bu antlaşmalar ışığında “ Garantör Ülke” sıfatı ile bugün adada bulunmaktadır.
Bu anlaşmalar yok sayıldığı andan itibaren Türkiye’nin Kıbrıs’taki varlığı başka bir statü içinde değerlendirilir.
Zira bugün hala uluslararası hukuk nezdinde temel alınan Zürih ve Londra antlaşmalarıdır.
Bu antlaşmalar,11 Şubat 1959 tarihinde Birleşik Krallık, Türkiye ve Yunanistan devletleri ile Kıbrıs'taki Rum ve Türk toplumları arasında imzalanan, bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs halklarının durumunu belirleyen ve Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını onaylayan antlaşmadır.
Dolayısıyla her şeye rağmen ben yaparım olur ve meşruiyet kazanır tavrına Türkiye gibi köklü dış politikaya sahip bir ülkenin girebileceği ihtimali yok denecek kadar azdır.