Yazar için bazı yazılar vardır…
Dünya üzerinde yazılmayan yazı kalmadı dedikleri için olsa gerek, yazar ölesiyle onu ölümsüz kılacak yazının peşine düşer…
O yüzden her yazı sancılı bir doğum gibidir aslında.
Yazı bitince karşısına geçip, keyifle sigarasını yaktıktan sonra, o yazının nasıl geçeceğini düşünür yazar okura…
Hayatın sırrı peşinde koşan her insan gibi kadınlar da yazılar gibidir çoğu zaman…
Bir başı, bir gelişme bölümü, bir sonucu vardır…
Yazı okunduktan sonra yürekte ne bırakıyorsa, iyi kadın da geride bıraktığı adamda o hissi uyandırmalıdır günün sonunda…
Her kadın ve her adam hayat boyu o kişiyi, yani ruh ikizini arar.
Ruh ikizlerini arayan bir türlü bulamayan insanlara Çehov’u okumalarını öneririm.
Çehov, kendi hayat hikayesini anlatırken söylediği rivayet edilir bu sözleri…
“Evlenmek için vakit hiçbir zaman geç değildir. Ben 48 yaşında evlendim. Geç kaldığımı söylüyorlardı. Ama sonra anlaşıldı gerçek. Ne geç kalmıştım ne acele etmiştim. Hiç evlenmemen gerekiyormuş. Yalnızlıktan korkuyorsanız evlenmeyin…”
Sözün özü, evlilik yalnızlığa çare değildir, kulaklara küpe ola…
Evlenen insan neye mi sahip olur?
Erkekler için önce akşam gelirken, ‘şunu bunu al’ diye kendine talimat veren bir insan bulur karşısında…
Televizyon karşısında bir koltuk da bulur şanslıysa…
Koltuğu bulmak yetmez, koltukla birlikte kumandaya da sahipsen, “televizyon, koltuk, kumanda” üçlüsüyle başlar büyük yalnızlık.
Erkekler evlilik imzasını attıkları ilk anda Çehov’un sözünü ettiği o yalnızlığa imza atmış sayılır aslında…
Kadınlar için ise durum biraz daha farklı.
Onlar garanti görürler evliliği.
Bir nevi hayat sigortası.
Hayat boyu onun hazırlanmasını bekleyip, sürekli şikayet etse de erkekler, gönüllü girer bu evcilik oyununa…
O yüzden evlilik yaşı geldi geçti, söylemlerine…
“Ne zaman” değil, “Kiminle…” diye cevap vermek lazım belki de…
Hayat kimine genç yaşta buldurur, kimine de uzun uzun beklemesini öğretir…
Sabreden sonunda hep kazanır…
İyi pazarlar…