Acelem yok... Nasılsa yerim en önde... Otobüste de uçakta da mümkünse en önde bir yer isterim... Aralarda ruhum sıkılır, bunalırım.
Yine son yolculardan biriyim. Yerime oturuyorum. Kemerimi bağlarken yan tarafa çocuklarıyla bir baba geliyor. Ellerinde taşıdıkları pekçok şey var: Eşyalar, çantalar ve paltolar...
Hostes yardım ediyor. Neyse güç bela oturuyorlar. Uçak kalkmak üzere. Onlar hala yerleşemediler.
Sanırım iki erkek çocuk ikiz... Birbirinin kopyası adeta. Ufak tefek oluşları yaş tahminimde beni zorluyor. Dört ya da beş yaşlarında olmalılar. Çantadan çıkan tabletler ellerine tutuşturuluyor. İkisi de oyunlara konsantre oluyorlar. Bir süre sesleri çıkmıyor.
Göz ucuyla babaya bakıyorum. Sakin görünüşlü, ufak tefek, gözlüklü... Eğitimli ve kültürlü birine benziyor. Oturalı çok olmamasına rağmen çocuklara hiç bağırmadı... Başını arkaya yaslayıp gözlerini kapatıyor.
Taş çatlasın otuz beş yaş civarlarında... Hafifçe seyrek ve dalgalı saçlarında tek tük beyazlar seçiliyor. Yüzünde derinleşmeye başlayan hayat çizgileri var.
Spor giyimli, keten bir pantolon, ayağında devetüyü rengi botlar, temiz... Çocukların kıyafetleri de gayet düzgün.
Huyum kurusun... Hemen sorular kafamda yarışa başlıyor.
Anneleri yok mu?
Parçalanmış bir aile mi?
Çocuklardan biri ansızın ' Babacığım ! ' diye ağlayarak kucağına atlıyor. Baba, sarılıyor, kucaklıyor... Sakin bir sesle kulağına bir şeyler fısıldıyor. Başını okşayıp yerine oturtuyor...
Yüreğime dert oluyor. Tam da anne babaya ihtiyaç duydukları yaş...
Anne nerde?
Neden yok?
Anne öldü mü?
Ya da çocuklarını bırakıp kaçtı?
İnsan çocuklarını bırakıp kaçar mı hiç?
Hele de bir anne?
Neden olmasın? Kaçan yok mu?
Of!
Elimdeki kitabı okuma hevesim bitti gitti işte...
En iyi ihtimalle anne çalışıyor, izin alamamıştır. Baba çocukları şubat tatilinde dedelerini ve babaannelerini görmeye götürmüştür...
Saf yüreğim kanmaya hazır; yeter ki yürek acıtan bir öykü olmasın...
Gözlerimi sıkı sıkı yumup hafifçe çalan müziğe kendimi vermeye çalışıyorum...
İçimden de ' Ne olur Tanrım! Sen çocukları annesiz babasız bırakma! ' diye dua ediyorum...
Ayşe TURAL
AŞKA DAİR
bu akşam
mis gibi bir fincan
kahve içer gibi
konuğu ol gönül soframın...
yüreğimin nilüfer beyazına
dokundur dudaklarını
sıcaklığında çözülsün
dağ başlarının buzu karı...
sana adasam göçebe akşamlarımı
birlikte koşar mı
nefes nefese
atlarımız?
Ayşe TURAL
YENİ BİR UMUT, YENİ BİR GÜNEŞ
Bu sabah, henüz gün ağarmadan uyandım. Gece zifiri karanlık sayılır. Ay da yok. Bir yerde okumuştum, gecenin en karanlık olduğu zaman, tam da o an başlarmış gün ağarmaya... Tıpkı hayatımızda yaşadıklarımıza benzer durumlar gibi... Umutlarımızın tam da sona erdiği anda, yeni bir umut, yeni bir güneş giriverir hayatımıza... “ Sakın, umudunu kaybetme!” dercesine...
Hani başına ne geldiği değil de senin o gelene gösterdiğin tepkidir, cevaptır yaşamın bütünü, denir ya aynen öyle... Yaşamdaki her olaya, onu gözde büyütmeden çözülmesi gereken bir problem gibi bakmayı bilmek belki de... O zaman yollar arıyorsunuz çözmek için düğümü. Matematiksel problemlere dönüştürdünüz mü, çözüm yolları da üretiliyor ardından...
Hani iki kere ikinin dört ettiğini bilirsiniz... Sonucu değiştirmeyi kafanıza koymuşsanız, o zaman sayılardan birini değiştirmeniz gerekir.
Olay ya da bir durumda da taraflardan birinde değişiklik yapmak zorundasınız. Ya siz ya da karşınızdaki... Deneyin bakalım ama bilin ki gücünüz kendinizi değiştirmeye yetebilir ancak...
Nebiş Genç için...
BIRAK AŞK GİTSİN
baharların kışa dönmüşse
üşümelerin yaz ortasında
yediveren gülleri dökülüyorsa ellerinden
bırak aşk gitsin...
cam kırığı hüzünler
kapında nöbetteyse
canıtezim, nar tanem, gözügüzelim
bırak aşk gitsin...
hançerlenmişse yüreğin
derinden derine akıyorsa
kan demeden
bırak aşk gitsin...
gül üstüne gül açmışsa
yabanılın bahçesinde
gözünün ışığına kurban olam
bırak aşk gitsin...
kanadı kırık martılar gibi
dönenip durma engininde
poyrazına yandığım
bırak aşk gitsin...
gözlerin kalakalmasın ardında
bir tas su olup akma
sana kalsın masalın
bırak aşk gitsin...
Ayşe Tural
PLANLARIMIZ ALTÜST OLUR BAZEN...
Kararlar alırız, planlar yaparız. Zaman belirleriz. Her şey o kadar yolunda gibi görünür ki!
Derken küçük engeller, önemsizmiş gibi görünen aksilikler ortaya çıkar...
İşte bu noktada, tam da bu noktada dikkatli olmalısınız...
Böyle durumlar aslında daha büyük sorunların ve aksiliklerin habercisi olur bazen. Uyanık olmakta fayda var. Kendinizi sıkıntıya sokmak yerine ertemek en iyisidir..
Hani ' iki ayağı bir pabuca girmek' deyimi tam da böyle durumlar için söylenir...
Siz siz olun, boğazınız sıkılıyormuş gibi hissettiğiniz anlarda hemen planı değiştirin... Belki birkaç ay sonra o işi hayata geçirmek daha mantıklı olacaktır...
Hem parasal hem zamanlama açısından... Öyleyse işi askıya almalı... Belki de birkaç ay sonra aynı durum ' tereyağdan kıl çeker gibi' kolayca çözüme ulaşacaktır...
Aceleci davranmayın...
Bilin ki düşüne taşına yapılan işler daha sağlam olur...
Üstelik siz de kendinizi kapana kısılmış gibi hissetmezsiniz..
Kolay gelsin...
KIRLANGIÇ UYKUSU
tenimde
kırlangıç uykusu kadar ürkektir sevda...
delice bir kalp çarpıntısı
yüreği ağza getirir...
kanat çırpar sanki
yedi kat gökte...
bulutlarla yarışır
hayaller...
sarhoş uçuşlarda
daha bir güzelleşir aşk...
nefeslenirken bir kuytuda
inadına
sevdalara bulanır zaman...
Ayşe TURAL
UMUDA DÖNÜK BEYAZ
sende bir pencere dolusu
HÜZÜN
bende umuda dönük beyaz...
gel
EFLATUN mutluluklar dizelim
GEÇ olmadan...
Ayşe TURAL
YENİ BAŞLANGIÇLARA...
Tam her şey bitti derken...
Yaşam inanılmaz dönemeçler, keskin virajlarla dolu... Bir de iniş çıkışlar...
Bir o kadar da sürpriz barındırır elbette...
Hani bilmediğiniz bir yolda gidersiniz. Manzara alabildiğine sıkıcıdır... İçiniz bunalır, sıkıntı basar... Bir virajı alırsınız karşınıza inanılmaz bir bahar çıkar...
Hep öyle olmaz mı?
Tam da her şeyin bittiğini sandığımız an, aslında YEPYENİ bir şeylerin de başlangıcıdır...
Yeni başlangıçlara...
HÜZÜN
şu
uzaktan uzağa
seni yaşamak hüznü
yok mu?
Ayşe Tural
SIRF BİRİSİ BİZE İYİ GECELER...
'Sırf birisi bize iyi geceler demediği için, bir türlü geçmeyen gecelerimiz vardır.' demiş PABLO NERUDA
Öyle midir gerçekten? Kesinlikle öyledir... Geceler bizi daha duygusal ve hassas yapan zaman dilimidir çünkü... Sevdiğimiz bir ses, özlediğimiz bir yürek bunu en sıcacık sesiyle söylesin isteriz... Bizim onu düşündüğümüz kadar o da bizi özlesin isteriz... Onu düşünerek uykuya dalmak, gülümseyerek başımızı yastığa koymak bizi en güzel rüyalarda dolaştırır da ondan...
Aşkın tanımını soranlara zaman zaman şöyle derim. Uykuya dalmadan önce, en SON düşündüğünüz; gözünüzü açmadan aklınıza İLK düşen her kimse işte o AŞKINIZdır...
Biz KADINLAR kulaklarımızla severiz... Galiba biraz duygu açıyızdır... Durmadan ' Seni seviyorum... seni çoook seviyorum...' ların tekrarını isteriz...
ERKEKLER de gözleriyle sever, derler... Onlar görsel yapıdadırlar çünkü... Gözlerine hitap edeni daha kolay algılayıp severler... Daha mantıksal olduklarından belki... Güzel kadınlardan gözlerini ayıramamaları bundandır, diye düşünüyorum...
Haydi telefona sarılın ve sevdiğinize ' SENİ SEVİYORUM... İYİ GECELER ...' diye fısıldayın...
VAZGEÇEMEM
Senden vazgeçmek demek
Yaşamı sevmemektir...
Suya,güneşe
Nasıl hasretse çiçekler
Ben de hasretim sana...
Bana
'Vazgeç' deme boşuna....
Dünya,
Ekseninde dönmekten
Güneş,
Doğmaktan vazgeçerse
Şu tepenin ardından bir gün....
Belki,o gün
Seni sevmekten
Vazgeçebilirim....
Ayşe TURAL
YÜREĞİMİZİN SESİ...
Yüreğinizin sesini dinlemeyeli çok oldu mu?
En son ne zaman o sese kulak verdiniz?
Belki de sizler, sık sık onun sesini dinleyen şanslılardansınız...
Dilerim öylesinizdir...
Son on yılların sorunu bu... Günlük koşuşmalardan tutun da, içinde yaşadığımız dünyada bize dayatılan lükse, paraya, mevki hırsına ve her konudaki bitmek bilmeyen daha...daha...daha...lara bağımlılığımız; / işte o ses / yüreğimizin sesini duymamıza engel oluyor.
Akşam yatağa yattığımızda, bedenimizin dışına çıkıp tepeden şöyle kendimize bakabilsek keşke... Gördüğümüz manzara, pek de hoşumuza gitmeyecek gibi... Tıpkı deniz hayvanları gibi, kabuğumuza çekilmiş gibi miyiz ne? Kendimizi dış dünyadan soyutluyoruz sanki...
İlişkiler yüzeysel ve küçük hesaplar peşinde koşuluyor. Napolyon’un “ Para... Para... Para...” deyişi gibi durmadan evler, arabalar, paralar... sayıklıyoruz. Eskiden bu kadar para mı vardı, yoksa son model arabalar ve evler mi ? Kat kat gökdelenler de...
Birbirimizden gitgide uzaklaştık, yabancılaştık. Bir selamı, ya da tebessümü esirger olduk çevremizden... Eskiden öyle miydi ya... O zaman sanki daha kanaatkardık, paylaşımcıydık ve en önemlisi içten dostluklarımız vardı...
NE KADAR
Daha
Ne kadar sürecek
Sana olan tutkunluğum...
Daha kaç gece uykusuz kalıp
Kalp atışlarımı dinleyeceğim...
Dolunaylarda sıkıntılı
Dolunaylarda sancılı...
Bir taraftan
Diğer tarafa dönüp
Seni düşüneceğim....
Ayşe TURAL
BU SENİN HAYATIN...
Yaşam bizi beklemez. Kendi akışında akar gider... Bu nedenle bize sadece onunla yarışmak düşer. Hızlı kararlar almak zorunda kalabiliriz.
İşte böyle bir örnek...
' Bu senin hayatın... Vereceğin her karar, atacağın her adım sadece seni değil, hayatının içinde olanları da etkileyecektir...
Dur...
İyice düşün...
Ne kadar az zararla sıyrılabileceksin?
Kayıplarına bir bak...
Daha kaybedecek neyin kaldı?
Hiç kimse için yıllarını harcamaya değmez. Bir gün geriye dönüp baktığında, avucunda sadece PİŞMANLIK çiçeklerinin solgun yapraklarını bulabilirsin...
Haydi bir cesaret...
Arkana bakmadan kaç ve kendini kurtar...
Bazen hayat / bencillik değil / kendini kurtarmaktır..