Dön baba dönelim...

Bir haftalık Danimarka, İsveç ve Finlandiya gezisi ardından döndük kürkçü dükkanına.

Bir haftalık Danimarka, İsveç ve Finlandiya gezisi ardından döndük kürkçü dükkanına. Ağırlıklı olarak Türkiye'deki ifade ve basın özgürlüğü ihlallerini bu ülkelerdeki gazeteci, sendikacı ve parlamenterler ile sivil toplum kuruluşları önde gelenleriyle konuştuk. Doğal olarak oldukça depresif görüşmelerde bulunduğumuzu söylemek herhalde fazla abartı olmaz. Yine de hiç bir şeyin siyah-beyaz olmadığını, geniş bir gri alan olduğunu, Türkiye'de sıkıntılar olduğu kadar çok önemli gelişmelerin de yaşandığını lisanı münasiple anlatmaya çalıştık. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin Başkanlığındaki heyetimizde beim yanım sıra Cemiyetimiz üyesi ve Diplomasi Muhabirleri Derneği Yönetim Kurulu üyesi Duygu Güvenç, Parlamento Muhabirleri Derneği Başkanı Göksel Bozkurt ve Ekonomi Muhabirleri Derneği Başkanı Turgay Türker vardı. Bu çalışmada bir kez daha örgütlülüğün ve birlikteliğimizin ne kadar yararlı olduğunu tekrar gözlemledik. Türkiye'de medya alanındaki sendikal örgütlenme eksikliği giderilmeden medya sorunlarına çözüm beklemek herhalde mümkün olmayacaktır.
Kıbrıs görüşmeleri tekrar başlayacak. Söylemedi demeyin. Yarın değilse bir sonraki gün, belki ondan sonraki gün. Nasıl başlayacak? Hangi zeminde başlayacak? Hangi seviyede başlayacak? Bunlar yakında netleşmeye başlar, emin olunması gereken görüşmelerin tekrar başlayacağı gerçeğidir. Eğer bir sorun varsa, o sorunun tüm tarafları mevcut durumdan farklı nedenlerle dahi olsa memnun değillerse, yanlış görüşme zeminlerinde, yanlış hedefler ardında elli, altmış yıl da geçirilse 'sorun' çözülmediğine ve taraflar 'çözüm' aramaya devam ettiğine göre, görüşmeler olacak, yeni süreçler gelişecektir. Nereye kadar? Ya sorun çözülecek ya da mevcut durumun kendisi taraflarca bir şekilde geliştirilerek çözüm olarak kabul edilsin.
Demek ki, öyle görüşme falan olmayacak, buraya kadar bu görüşme işleri falan diye kimse beyanat vermesin, palavra sallamasın. Vaziyet tam da 'Dön baba dönelim' durumu. İsteyen Mevlevi dervişi sansın kendisini, isterse ne bilemem, bu görüşme döngüleri yaşanmaya devam edip gidecek. Bazıları afaki çözümler üretip işi daha da çıkmaza getirme derdinde. İlhak da olmaz, Kıbrıs Türkü Kıbrıs Cumhuriyeti'ne yama da olmaz. Türk askeri de tümüyle çekilmez. 'Şenerli' arkadaşlar ne derlerse desinler, Ankara Kıbrıs'tan elini de çekmez. Hem Kıbrıs Türkleri hem de Kıbrıs Rumları açısından çözümün parametreleri bellidir ve uzlaşması mümkün değildir.
Çözüm federasyon ve hatta bir zamanlar benim de olabilir gördüğüm konfederasyon değildir. Toprak tavizi, tazminat ve sair yollarla karşılıklı taleplerin cevaplandırılması yoluyla Avrupa Birliği içerisinde iki devletten oluşan bir yapı hem adada daimî barışın, ekonomik kalkınmanın, refahın hem de o çok istenilen üç özgürlüğün tesisini mümkün kılacaktır. Rumlar bile artık bunun mümkün olduğunu söylemeleri olumlu işarettir, Kıbrıs Türk tarafındaki ayrık otları artık uyandırılmalı, gerçeği görmeleri sağlanmalıdır. Öyle 'Ne seni, ne paranı, ne askerini istemiyoruz' gibi romantik heyecanların yerine biraz gerçekçi olunmasının zamanı gelmiş de geçmiştir. Rum liderin bir okulda temsilciliğini yapan Kıbrıs Türk tarafının sözde öğretmenler sendikası başkanı hiç işe gitmeden her ay cukkaladığı cebindeki paranın nereden geldiğini bilmiyor mu? KKTC devlet yapısı yeniden yapılandırılmalı, sağlam ve olabildiğince kendi kendine yeterli bir ekonomik yapı ortaya çıkarılmalıdır.
Kıbrıs Rum lideri Nikos Anastasiades ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı 16 Nisan günü çeşitli çevrelerce 'gündemsiz, basit bir yemek' olarak tanımlanan bir 'sosyal etkinlikte' bir araya gelecekler. Her iki taraf da sonucun fiyasko olacağı beklentisiyle belki de yemeğin görüşme sürecinin tekrar başladığı anlamına gelmeyeceği vurgusunu yapıyorlar.
Sebep belli. Türk tarafının sütten ağzı yandı. Akıncı tekrar ucu açık, hedefi belli olmayan ve de üstelik başarısız olduğu zaman Kıbrıs Türk statüsünün belirsizliğinin devam edeceği bir sürece girmek istemediğini söyleyip duruyor. Bu doğru bir tutum. Keşke üç yıl önce de benzer bir izan ile hareket edilse, boşuna yanlış beklentiler, hayaller ve kırgınlıklar yaşanmasaydı. Kim ne derse desin, son süreç tam anlamıyla bir fiyasko olmasının yanında aynı zamanda büyük de bir başarıdır. Paradoks gibi görünse de durum budur. Hem boşuna yıllar harcandı, Rum iştahı kabartıldı, yıllarca barış dilenildi, hem de Rumların her istediklerini vermeye hazır Akıncı ve Özdil Nami ikilisine rağmen ne eşitlik temelli ortak gelecek inşa etmeye, ne de Kıbrıs Türk halkıyla federasyon kurarak güç, toprak, egemenlik paylaşmaya razı olmayacakları herkes tarafından görüldü. Bakmayın arada bir hala daha federasyon damarının depreşmesine, Akıncı bile gayet net bir şekilde federasyon hedefinin Crans Montana görüşmelerinde Rumlar tarafından öldürüldüğünü idrak etmişti.
Yeni görüşmeler için yeni bir temel, yeni bir hedef lazım. 16 Nisan yemeğinin bu yolda atılacak bir adım olabilmesi için Rum tarafındaki 'adanın tek sahibi' mantalitesinin yerine Türklerle ilişkilerini Kofi Annan'ın bir zamanlar raporunda belirttiği gibi 'aralarındaki ilişkinin azınlık veya çoğunluk değil, eşit haklara sahip ve aynı vatanı paylaşan iki halk' statüsüne geliştirmeleriyle mümkün olacaktır.


Bu haber 1876 defa okunmuştur

:

:

:

: