Yönetim faaliyetini gerekli kılan en küçüğünden markete, en büyüğünden uluslararası şirketlere varıncaya kadar her yapı iyi yönetildiği takdirde başarılıdır. Yönetmek de ancak o yapıya uygun kuralların belirlenmesi ve etkin bir şekilde uygulanmasıyla sağlanabilir. Sadece uygun kuralların belirlenmesi ve etkin bir şekilde uygulanması değil aynı zamanda bu yapının sürekliliğini sağlayacak şekilde sistemin kurgulanması gerekir ki bu yapı içindekilere ve dışarıdakilere güven versin, içeride ve dışarıda sağlam bir imaj oluşturabilsin.
Ülkelerin yönetimini ve işleyişini sağlayan devlet de diğer yapılar gibi, kendi içinde topluma ve vatandaşlarına, yurtdışında da diğer kurum ve bireylere işleyişiyle güven vermelidir.
İşte bu güven kavramını öngörülebilirlik kavramıyla açıklayabiliriz. Öngörülebilirlik, istikrar kavramından farklı olarak, devlet düzenini sağlayan kuralların “keyfi” uygulamalarla değişmeyeceğinin herkesçe bilinmesidir. Yönetimde söz sahibi olan kim olursa olsun mevcutta deklare edilmiş standartların bugünden yarına değişmemesidir. Siyasi literatürde kullanılan istikrar kavramı ise öngörülebilirlik kavramında kıyasla daha kısa vadeli bir “öngörülebilirliği” ifade eder. “Siyasi istikrar”, yönetsel belirsizlik yaşanmadan ülkeyi yöneteceği bilinen bir siyasi iktidarın iktidar süresini tanımlarken, öngörülebilirlik ise devlet sisteminin ve kurallarının siyasi iktidarların değişmesine göre değişmeyeceği bir kurumsal sürekliliği ifade etmektedir.
Peki bir devlet nasıl öngörülebilir olur?
Bu soru ülkenin yönetiminin devlet aracılığıyla işlemesini sağlayan egemenlik gücünün nasıl kullanıldığıyla ilgilidir. Egemenlik gücü ise ülkede yaşayan insanları yargılama ve cezalandırma, vergi toplama, şiddetin meşru kullanımı, para basma gibi ülke sınırları içerisinde herkese etki eden ve herkesin uyması gereken kural ve yasakları belirleyip uygulanmasını sağlayan iradedir. Egemenlik gücü hem bireysel hak ve özgürlüklerin sınırını belirleyen ve koruyan, hem de toplumsal yaşamın işleyişini sağlayan kuralları belirleyen nihai güçtür. Bu güç iradesini devlet eliyle kullanır. Devlet eliyle uygulanan bu gücün nasıl kullanılacağını düzenleyen kurallar ise hukuk olarak adlandırılır.
Gelişmiş bir ülkede egemenlik gücü ülke vatandaşlarına aittir.
Vatandaşların bu gücü doğrudan kullanamadığı şartlarda, bu gücün kim ya da kimler tarafından kullanıldığı ülkenin nasıl bir ülke olduğunun da temel belirleyicisidir. Başka şekilde ifade edersek, egemenlik gücü ülke vatandaşlarına ait olsa bile bu gücün ülke vatandaşları adına hangi organların nasıl kullandığı o ülkenin gelişmişlik seviyesiyle doğrudan ilişkilidir. Egemenlik gücünün kullanımının doğru kurgulanmaması, ülke rejiminin adı demokrasi olsa bile, bu gücün suistimal edilmesine sebep olur ki ülke kaynaklarının küçük bir azınlık tarafından kullanıldığı, çoğunluğun büyük yoksulluk ve adaletsizlikle karşı karşıya kaldığı otoriter bir yapının oluşmasına sebebiyet verebilir. Bu sebeple gücün kullanımı öyle bir tasarlanmalıdır ki gücü kullanan organlar arasındaki yetki alanları açık ve geçişkenliğe elvermeyecek şekilde düzenlensin; gücün organlar arasında paylaşımı birinin diğerine üstünlük kuramayacağı şekilde dengelenmiş ve organların uygulamalarının kontrol – denetleme mekanizmaları sağlanmış olsun. Bu şekilde kurulan bir yapı ile tüm gücün tek elde toplanması engellenmiş olur ki insanlık tarihinin devlet yönetimi anlamında bize miras bıraktığı en önemli prensip yerine getirilmiş olur.Egemenlik gücünün organlar arasında dağıtılması yoluyla gücün tek elde toplanmasının önlenmesi ideal bir devlet yapısının kurulması açısından çok önemli olmakla birlikte tek başına bu düzeni sağlamak için yeterli değildir. Bununla birlikte farklı organların sahip olduğu yetkilerin ahenk içinde çalışarak ülke yönetiminin işlerliğinin sağlanması da çok önemlidir. Yetki alanları doğru bir şekilde ayrıştırılmış olsa bile, ülke yönetiminin işlerliğini sağlayan düzenleme ve kurumsal kültür yoksa organlardan birinin diğerini engellediği ve yönetsel krizlerin meydana geldiği durumlar oluşabilir. Bunun için organlar arasındaki ilişkilerin tesisi, kanun ve uygulamaların bir organın baskın rolüyle meydana gelen sonuçlar değil, uygulamanın ülkeye ve topluma en faydalı olacak şekilde organlar arası iletişimle geliştirilip olgunlaştırılmasına imkân vermelidir. Yönetsel seviyede sağlanan uzlaşı kültürü sayesinde uygulamalar, belirli bir kesimin değil geniş kesimlerin karşı çıkmadığı icraatlar haline geleceğinden, kapsayıcı bir meşruiyet gerçekleştirilmiş olacaktır.