Bruno Gronıng, daha 2.5 yaşındayken çevresindekilere şifa getirmeye başlamış doğuştan bir şifacı. 2.5 yaşında evden kaçtığında günlerce doğanın içinde, kendini yuvasında hissetmiş kendini ve Tanrı'nın sevgisiyle dolmuş içi yaban domuzlarıyla ve doğal olarak vahşi ve çekingen olan hayvanlarla arkadaş olmuş kolaylıkla. Doğa onun evi olmuş, Tanrı da ailesi, yuvası. Her çiçekte her varlıkta Tanrıyı hissetmiş Bruno. Onu bulduklarında evine dönmek istememiş. Ailesi onun, biraz garip bir çocuk olmasından muzdaripmiş ama annesiyle hastane ziyaretlerine gidermiş. Hasta insanlar onu hep yakınında istermiş. O da hasta insanlara çekilirmiş. Çok uzun süreler değil kısa sürelerle görürmüş insanları.
Bruno Gröning evden kaçışının sonucunda ailesi tarafından dayak yediğinde bedeninde morluklar olduğunu ama hiç acı hissetmediğini söylüyor. Daha sonra yaşamı evden ara ara kaçmaya başlar.Kendini yuvasında hissettiği orman çok çekici geldiği için. Yine çocukluğunda büyükannesini ölüm döşeğinde zannederlerken, başına gidip şöyle der 'Büyük anne sen henüz ölmeyeceksin, artık iyisin' ve bu sözlerle iyileşir büyükannesi ve böyle daha bir çok olay yaşanır o zamanlar bile.
Bruno Gröning'in öğretisinin ilk adımı Tanrı'ya inanmakla başlıyor. Ortaya çıkan tüm şifanın da yalnızca ve yalnızca Tanrı'nın şifası olduğunu söylüyor. O yalnızca bir transformatör. Tanrı'nın şifa enerjisini direk haliyle alması, taşıması, kaldırması zor olan insanların bedenlerine uygun hale getirip akmasına yardım ediyor. Şifanın kendisinden geldiğini asla ama asla söylemeyen Bruno Gröning yalnızca bir aracı olduğunu tekrar tekrar dile getiriyor ve hiç bir zaman para kabul etmiyor ve diyor ki para kabul edersem bu yetenek benden alınır. Kötülük yapan insanlarla bir arada olduğu da oluyor ve bunun bilincinde olduğunu, onlara yardım etmek için bir şans vermek için onları yakınında tuttuğunu söylüyor. Bir peygamber veya bir mesih olmadığını fakat Tanrı'nın yardımcılarının yardımcısı olduğunu ve şifa vermek için bu dünyaya geldiğini anlatıyor.
Birinci dünya savaşı öncesinde henüz ortada hiç bir şey yokken (küçücük bir çocukken) evden ekmekleri alıp alıp toprağın altına biriktirmesini yaklaşan büyük bir savaş olduğunu söyleyerek açıklıyor. İkinci Dünya savaşını ve yaşamında başına gelen olayların, kendi ölümü de dahil olmak üzere, bir çoğunu önceden biliyor.
İkinci dünya savaşında askere çağrıldığında ve üniforma giydiğinde 'Beni isterseniz savaş alanına koyun ama ben kimseyi vurmayacağım' diyerek barışın, iyiliğin yanında olduğunu her zaman belirtiyor. Rus esir kampında geçirdiği zamanlarda oradaki insanlara yardım etmeye devam eden Gröning, insanlarla bir arada olduğu ve onlara yardım ettiği için mutlu oluyor. Esir kampından dönerken Michell adındaki arkadaşına ilerde gazetelere çıkacağını binlerce insana şifa vereceğini söylediği zaman Michell ona 'Senin kafanda bir tahta eksik' diyor. Aynı arkadaşının varlığını yıllar sonra hava kararmak üzereyken 10000 kişilik bir kalabalığın en arkasında, 20-30 kilo almış halindeyken hissediyor ve diyor ki 'Michell burada! Michell burada!! Lütfen yanıma gel!' ve Michell şifa alması için getirdiği teyzesiyle beraber kalabalığın arasından Gröning'in yanına gidiyor. 'Bana senin kafanda bir tahta eksik demiştin hatırlıyor musun Michell ?' diyor ve teyzeyi şifalandırıyor.
Bruno Gröning şifa için 'bana verin' diyor 'öfkelerinizi, hastalıklarınızı, korkularınızı bana verin, ben onları alırım. Her kötülüğü bana verin, ben onları temizlerim. Yeter ki vermek isteyin ben sizden alırım' diyor. Öldükten sonra yardım etmeye devam edeceğini ise 'Bu bedenim ölebilir ama ben asla ölü olmayacağım; şifa vermeye ve insanlığın iyi olması için Tanrı'yla birlikte olup her zaman yardım edeceğim.' diyor.
Onun mucizeleri günümüzde de devam ediyor. Bruno Gröning Dostluk Çemberiyle tüm dünyada yapılan maddi hiç bir beklentisi olmayan toplantılarda ve her gün her çağıranın yanında şifası devam ediyor.