Sarılmak... Kucaklamak...

Davranış bilimleri araştırmacılarından birinin kitabında okumuştum. Pekçok davranış, birbirine neredeyse tıpatıp benzerken sadece sarılmanın, kucaklamanın kişiden kişiye çok değiştiğini açıklıyordu. Kişiye özel bir davranışmış bu...

Davranış bilimleri araştırmacılarından birinin kitabında okumuştum. Pekçok davranış, birbirine neredeyse tıpatıp benzerken sadece sarılmanın, kucaklamanın kişiden kişiye çok değiştiğini açıklıyordu. Kişiye özel bir davranışmış bu...

Sarılmak, karşınızdakine çok iyi gelen, iyileştirici bir davranış biçimiymiş. Kesinlikle de taklit edilemezmiş. Yani öyle bir davranış yapmacık olamazmış.

Özellikle çaresizlik içindeyseniz, başkası tarafından SEVGİYLE KUCAKLANMAK:

Senin YANINDAYIM...
Sen ne istersen YARDIMA HAZIRIM...
Senin içindeki zehri / üzüntüyü HAFİFLETEBİLİRİM...
anlamlarını taşırmış. Ne güzel!

Bakın bakalım, şu karman çorman hayatın içinde kaç kişiye zaman ayırıp da içten sarılabiliyorsunuz...

KÜÇÜK ŞEYLER

her şeyin
küçüğünü severiz
çocukların, çiçeklerin, böceklerin...

her şeyin
büyüğünü severiz
evlerin, arabaların, paraların...

sevgilere
saygılara
dostluklara
kala kala ORTAsı kaldı...

Ayşe TURAL

YAĞMUR ÇOK YAĞINCA

Yağmurlar çok yağınca nerede olursam olayım içim üşür... Evsiz barksızlar düşer aklıma... Aç açık yatanlar gelir gözümün önüne...

Ya da damı akan evlerde yaşayanlar... Pencereden kapı altlarından içeri dolan buz gibi hava aklıma düşer...

Birbirine sokulup ısınmaya çalışan sokak çocukları görürüm sanki...

Karlar ortasında kalıp donan KİBRİTÇİ KIZ MASALI gelip oturuverir yüreğimin tam ortasına...

Elimdeki çay bile geçmez olur boğazımdan...

Tanrım evsiz barksızlara, sokakta kalmışlara yardım et... Onları koru gözet...

ARTIK

artık büyüsem
nasıl olur?
ellerim büyüdü
ayaklarım büyüdü
yüreğimse
hala
YARAMAZ ÇOCUK!

Ayşe TURAL

AYAKKABI TAMİRCİSİ

Ne zaman bir ayakkabı tamircisi görsem aklıma Ömer Seyfettin'in ESKİCİ isimli öyküsü düşer hemen...

İlk günkü gibi gözlerim dolar... Hatta bu öyküyü öğrencilere anlatırken yine sesim titremeye başlar... Elimde değil!

Çocukluğumuzda şimdiki gibi bolluk nerde?

Yırtılan, açılan, su alan ayakkabılar ÇAYBOYUNDAKİ ayakkabı tamircisine gider...
Ablaya küçülen ayakkabılar, ( tıpkı elbiseler gibi) yamanır, dikilir, yapıştırılır ve boyanır... Anne tüm şirinliği ile küçük kızının bunları seve seve giymesini sağlar...

Çocukken tamircide beklemeyi çok severdim.

Köseleyi keşişini, ayakkabıyı ÖRSe geçirişini, çivileri teker teker tak ! tak! diye çakışını seyretmeye bayılırdım. Ardından küçük bir süngeri boyaya batırıp ayakkabıyı boyayışını, bir kadife parçası ile onu parlatışını...

Emek vererek iş yapanlara her zaman ÇOK saygı duymuşumdur...


Aşktı

Anıların gel-giti
Acımasız saatlerde
Yaşamın kapısında nöbette...
Sevinçle bekledik sıramızı
Gençtik...
Delice sevdalıydık
Yıldızları yakalamak gerekti...

Bak şimdi
Yaz bahçelerine
Hiç yaşlanmayacak sevgililer
Doluşuyor.
Sevgi değildi bizimki
İnan...
Sevgi olsaydı çoktan bitecekti
AŞKtı....

Ayşe TURAL

OYUN VE ÇOCUK...

Aydınlık, güneşli, güzel bir gün... Baharı aratmayan taze bir hava var. Arkadaşımla bahçede sabah kahvemizi içiyoruz. On bir yaşındaki oğlu annesinin cep telefonundaki oyunlarla oynuyor... Oynuyor ya, bir kulağı da bizde biliyorum. Bu yüzden konuşmalarımıza dikkat ediyoruz...

Sözün aralandığı bir an, delikanlı başını kaldırıyor:
- Ayşe Teyze, size bir şey sorabilir miyim?
- Elbette, diyorum ama zor olmasın...

Sarışın kafasını sallayarak sıcacık gülümsüyor...
- Sizin silahınız var mı?
- Hayır, diyorum, olması mı gerekiyor?
- Evet, diyor. Evinize biri gelse siz öldürmeye kalksa kendinizi nasıl koruyabilirsiniz ki?
- Durduğu yerde beni kim öldürmek istesin ki? diye soruyorum...
- Olabilir ama diyor, çünkü televizyonda haberlerde insanlar durmadan birbirini öldürüyor...

Ne söyleyeceğimi şaşırıyorum. Devletin güvenlik güçleri, polis bizi korur... Böyle yapanlara cezalar filan verilir, diye bir şeyler geveliyorum ama zayıf kalıyor...

O da zaten cevabımla ilgilenir görünmüyor, elindeki savaş oyununa dönüyor... Silahlar birbiri ardına patlıyor...

Farkında mısınız ?
Çocuklarımız biz farkına varmadan zehirleniyor...
İnsan öldürmenin NORMAL gösterildiği oyunlarla zamanını geçiren çocuklarımız ve gençlerimiz beni endişelendiriyor...
Geleceğe dair çok BÜYÜK kuşkularım var...
Ya sizin ?

ÇOCUKLAR

Güne
Aydınlık gözlerinizle bakın
Bakın ki
Karanlıklar aydınlansın...
Bulutları dağıtsın gününüzden
Sıcacık gülüşleriniz...
Başınız dik olsun her zaman
Onurlu, gururlu...
Yaşama adım atan ayaklarınız
Korkusuz olsun
Tıpkı yürekleriniz gibi...

Ayşe TURAL

ÇOBANLA ŞAİR
Bu adı taşıyan bir öykü vardır bilir misiniz?

Bir çobanla bir şair bir bayırda karşılaşır. Koyunlarını otlatan çoban, ona ne iş yaptığını sorar. ' Şairim' cevabını alır...

Şairin ne olduğunu, nasıl bir iş yaptığını sorar çoban...

Gökyüzünde pırıl pırıl parlayan dolunayı gösterir şair:
- Aya bak, der. Dikkatlice hem de... Sonra kapa gözlerini...
Dediğini yapar çoban.
- Şimdi ne görüyorsun?
- Hiçbir şey... gözlerim kapalı, ne görebilirim ki? diye cevaplar çoban...

Şair:
' Ben gözlerimi kapattığım zaman onu, olduğundan daha parlak görüyorum, der....

( kıssadan hisse... Herkes kendini şair görmesin hemen...)

GELİNCİK

rüzgar esti
bükme boynunu gelincik, dedi...

yağmur yağdı
niye ağlıyorsun gelincik, dedi...

güneş açtı
ısındı gelincik

rüzgar yok, yağmur yok
toprak susuz, ağaç susuz, ot susuz
sarardı gelincik
suspus...

14 Nisan 1970

KITAP ARASINDA GELEN HESAP...

Hoş bir akşam... KARA ÜZÜM'de yemek yiyoruz...

Şehrin göbeğinde ama değilmiş gibi görünen bir atmosfer... Loş ışıklar altında beş- altı tahta masa... Bahçe lokanta...şirin bir pansiyon bahçesi işte.... Başımızın üstünde asmalar... Her yanımız çiçek...

Masamıza bakan Emin... O gelip gittikçe laf atıyorum... Karayağız, yakışıklı delikanlı... 18 Mart Üniversitesinde öğrenciymiş...

Çok acıktım.... Köfteler ne zaman gelecek, diye takılıyorum ona...

Yemeğimiz bitiyor... Acelemiz var... Hesabı alıp kalkmalıyız, arkadaşım İstanbul yolcusu ...

O da ne?
Hesap bir KITAP içinde önümüze konuyor...
Inanılmaz şaşkınım. Kalın bir roman...
Adı: KURTLARA KOŞAN KADINLAR...

Emin'e soruyorum neden?
Açıklıyor... Insanların ilgisini çekip kitap okumalarına katkıda bulunmak için, diyor....

Kitabı çok seven ben... O kadar şaşkın ve mutluyum ki...

Emin'in aslında Kıbrıslı olduğunu öğreniyorum.... Baba Limasol asıllı Rum, anne Limasol asıllı Türk... 74 olaylarında Türkiye'ye kaçarak evleniyorlar... Inanılmaz bir AŞK hikayesi kurguluyorum aklımda...

Rastlantının böylesi.. Iyi ki konuşmuşum, iyi ki şakalaşmışım... Böylesi bir öyküye sahip olamazdım yoksa...

Çanakkale/ 27 Ağustos 2015

YÜREĞİN KONUŞSUN

Deniz dibinde
Kırmızı balıklar
Dudaklarında
Vurgun yemiş gönlüm
Alıp götürdüler
Sarayına sultanın....
Gökyüzü
Güneşi harmanlıyor
Durmuş zamanlarda....
Dudakların sulusepkeni
Yüzümü kamçılıyor.
Dur
Sen konuşma
Yüreğin konuşsun...

Ayşe TURAL

Bu haber 3293 defa okunmuştur

:

:

:

: