Avrupa Birliği’nin, Kıbrıs Türkü’nün egemenlik haklarını yok sayarak, 21’inci asrın en büyük hukuk ihlaline yataklık etmesi bir insanlık suçu ve insanlık ayıbıdır.
Kıbrıs Adası’nın egemenliği tarihin hiçbir döneminde Rumlara ait olmamıştır. Adanın İngiltere’den bağımsızlığı ile birlikte Adanın egemenliği Kıbrıs’ta yaşayan iki ulusal halkın yani, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum halklarının kurucu eşitliğine ve ortaklığına verilmiştir. Bu gerçek, 1960’da, İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’taki iki ulusal halkın ortak iradesi, ortak imza ve taahhütlerini yansıtan uluslar arası antlaşmalarla tescil edilmiştir.
AB, Kıbrıs egemenliğinin iki kurucu ve iki asli sahibinden yalnız bir kanadını muhatap alıp tüm Kıbrıs’ı bağlayan tasarruflar istihsal etmesi uluslararası hukukun açık bir ihlalidir ve bu yönde alınan karar ve tasarruflar hukuksuzdur ve yasal dayanaktan yoksundur.
AB, Kıbrıs’ta meşruiyetin çift uluslu kaynağını tamamen göz ardı ederek Kıbrıs Rum halkını “tüm Kıbrıs” adına tam üyeliğe kabul etmesi 21’inci asrın en büyük haksızlık ve hukuksuzluk örneğidir. Yunanistan ve Kıbrıs Rum kanadı uluslararası anlaşmaların açık ihlali içinde hesap vermesi gerekirken, bu hukuksuzluğa AB yanında, 1960 anlaşmalarında imza ve taahhütleri bulunan garantör İngiltere’nin de taraf olması son derece üzücü ve düşündürücüdür.
Daha elim ve bir o kadar da vahim olmak üzere Avrupa Birliği, Kıbrıs Türk halkının egemenlik ve uluslararası temsil haklarını top yekun silahlı saldırılar ve toplu katliamlar dahil büyük insanlık suçları işleyerek işgal eden gaspçı ve işgalci Rum-Yunan kanadının Kıbrıs’taki bu hukuksuz kazanımlarına meşruiyet kazandırma misyonunu sürdürerek, altyapısı tamamen hukuksuz bir “Kıbrıs üyeliğe” sahip çıkmaktadır.
AİHM, ABAD dahil AB’nin yürütme, yasama ve yargı organlarının, Rumların istekleri doğrultusunda TC ve KKTC’yi, Kıbrıs’taki egemenlik haklarından vazgeçmeye zorlayıcı politikalara ve dayatmalara yöneldiği bir gerçektir. Bu gerçeği Loizidu ve Aristis’den sonra son Orams davasında da üzüntü ile müşahade etmekteyiz. Bu hukuksuz dayatmaların, “Kıbrıs’ta egemenliğin sadece Helen toplumuna ait olduğunu” dair akıl almaz bir talebin, Anavatan Türkiye tarafından da kabul edilmesi için dayatmalarla birlikte ve bu hususun TC-AB ilerleme sürecinin önkoşuluna dönüşmüş olması fevkalade ibret vericidir. Salt bu baskı ve dayatmalar AB’nin ne denli büyük bir hukuksuzluğa taraf olduğunun kanıt ve göstergesidir.
Kıbrıs Türk halkının, Rumlara eşit kurucu eşit egemenlik haklarının ortadan kalkması ancak bu egemenliğin asli sahibi olan TC ve KKTC’nin buna evet demesi ile mümkündür. Başka hiçbir uygulama uluslararası hukukun bu temel gerçeğini ortadan kaldıramaz! AB bu gerçeği kabul edip Doğu Akdeniz’deki genişleme ve etki alanını Türk ve Rum kurucu ortaklığına dayalı egemenlik haklarına bina ederek ve AB tam üyeliğinde KKTC’nin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne eşit hak ve yetkilerini tanımakla meşru bir zemine kavuşturabilir. Tek başına Güney Kıbrıs’ın hukuksuz egemenliğine dayalı bir genişleme AB’nin de Doğu Akdeniz’deki varlığını da hukuksuz kılar !
Rumlar, Annan Planı’nı reddederek AB tam üyelik ödülünü kazandıktan sonra, KKTC’nin kendi kaderini yeniden tayin hakkı ile Kıbrıs Türkü’nün yeni bir yol haritasına yönelme hakkını kurguladıkları oyun planını ile tarihe gömmek üzere, AB organları desteğinde amansız bir mücadele başlattılar. Yeni hedefleri, müzakere eder gibi görünerek TC-KKTC’nin direncini tüketmek ve yeni oldu bittilerle “Kıbrıs’ın Helen egemenliğine”, Türk kanadının boyun eğmesini sağlamaktır.
Kıbrıs Türkü, Anavatan’la tam bir dayanışma içinde, egemenlik haklarını korumak için, yıllarca, ölümüne mücadele etmiştir. Rumların oyun planını boşa çıkarmak ve azınlık haklarına zorlanarak “osmosis” süreci ile haritadan silinmemizi öngören tüm stratejilere hayır demek ve bu tür heveslere yolları tamamen tıkamak, TC ve KKTC Meclisleri’nin yeni ve tarihi kararlarına bağlıdır. Tarihimizin hiçbir döneminde TC-KKTC’in tam bir konsensüs ve dayanışması hiç bu kadar önemli olmamıştır !