Biz bu hafta ülke olarak, idlib’teki savaşın haricinde sosyal medyada da büyük bir savaşın içindeydik. Ayrıştırmaktan, suçlamaktan kurtaramadık cümlelerimizi.
Suriyedeki Rejime, Esad’a, Abd’ye, Rusya’ya değil kendimizeydi tüm kötü kelimelerimiz. Düşman da hedef de belliyken, okları kendi kendimize sapladık, klavye kahramanı olduk, dün hoşgeldiniz diye kucak açtığımız mültecilere, bugün gidiyorlar diye oh çektik derinden. İnsan iki bilinmezli denklem.
Suriye’de ne işimiz var diyenler bir yanda, sınırlarımızı koruyoruz diyenler öte yanda. Birbirini anlamaktan uzakta, aynı cümleleri savurup durdular. Herkes bir yerden tutunup ideolojisine, duyduğunu yazdı, yazılanı paylastı. Geride otuz dört yiğidimiz kaldı.
Sükut yoktu, derinlik yoktu. Oysa acı sükuttu, çok derinde kopan bir çığlıktı. Acıyı kimse anlatamaz, kimseler de duyamazdı. Biz kime neyi anlattık? Neyi duyurduk? Ne paylaştık acıdan başka?
Şehitlerimizin haberini aldığım sabah, öylece titreyen kirpiklerimle ben ekrana bakakalmıştım. İki göğsümün tam ortasında açılmış kara bir delik vardı. Bir annenin acısını yine bir anne anlardı.
O koca kara delikten içeri bir nefes girdi ve ben gözyaşlarımı sildim, az evvel gözyaşımdan ıslanan pijamalarımı değiştim. Herşey o acı şehit haberini aldığım birkaç dakika öncesine döndü.
Hayat bir zaman sonra akışında sürmeye devam ediyordu. Bazen bu bir saat, bazen bir günü alıyordu. Ama ne yapıp edip, o an kuruduğunu sandığımız damarlardan geçip, bedenden içeri sızıyordu, tekrar canlanıyorduk. Ölenle ölsün, gidenle gitsin, bitenle bitsin isteğimiz duygularımız iyileşiyor, yaşam devam ediyordu.
Hepimiz yeri geldi yaşadığımız bir hüznü kalbimizin odalarında uyutup, hayatta dirayetle kalabileceğimizi tattık hayretle. Yaşadığımız hiçbir acıyı normalleştirmedik aslında. Zira elalem ne der diye korkanlardı, sosyal mecralarda bordo klavyelik yapanlar.
“Bir insan sevdiği birini kaybederse, yüreğinde kırk tane mum yanarmış. Her gün bu mumlardan biri söner, ama kırkıncı mum sonsuza dek yanık kalırmış”… Bireysel ve toplumsal yasın özeti bu. Öyle yazıldığı gibi değildi. Sosyalleşmeden sosyal mecralarda takılanların derdi başkaydı.