Dünya bolluk bereket içinde

Dünyanın vericiliği karşısında biz, ona karşı nasılız? Onun gibi bonkör olabilir miyiz?

Dünyanın vericiliği karşısında biz, ona karşı nasılız? Onun gibi bonkör olabilir miyiz?

Şimdilerde, kırk dört yaşındayım. Öğretmenlik mesleğiyle bütünleşmiş bir durumdayım. On dokuz senedir bu meslekte, öğretiyor ve öğretmen arkadaşlarımdan olsun, öğrencilerimden ya da onların ailelerinden olsun öğreniyorum. Küçüklüğümde de benim için her yeni bir gün, mucizeydi. Çünkü, yeni günle birlikte mutlaka bir şey öğreneceğimi biliyordum. Bu yaşımda, hala öğrenmeye hazırım. Her gün ve her gün… Bir şey öğrenmediğim günü, günden saymıyorum. Ne kadar yaşarım bilmiyorum. Tek bildiğim, herkes gibi, her canlı gibi bir gün öleceğim. En büyük isteğim de yaşadığım dünyaya ait ne varsa öğrenebilmek ve böylece çevremdekilere, uzağımdakilere umut olabilmek, onlara hayal edebilmenin sınırsızlığını benimsetebilmek. Dünyayla karışabilmek ve bunun verdiği güçle daha çok kalbe dokunabilmek. Daha önce gittiğim yerlere yenilerini eklerken zamanın ve ortamın da yardımıyla insanlara bolluk ve bereketin bilincini aşılamak. Dünyanın bize sunduklarına paha biçemeyiz. Peki biz, bunları nasıl kullanıyoruz? Türk şiirinin hececi şairlerinden Orhan Veli Kanık’ın da dediği gibi: “ Bedava yaşıyoruz, bedava / Hava bedava, bulut bedava / Dere tepe bedava / Bedava yaşıyoruz, bedava / Havayı, suyu, sebzeyi, meyveyi, en önemlisi, doğanın içinde sadece ve sadece hissedilebilen o samimiyeti ne kadar ve nasıl kullanıyoruz? Bu dönemde geldiğimiz noktayı görebildiysek, düşünmenin sorunun cevabına yetmeyeceğini tahmin edersiniz. Dünyayı eski durumuna getirmek için harekete geçmek, en doğru seçim olacaktır.
EĞİTİM OLMADAN
Eğitim, sadece okullarda alınmaz. Adı üstünde eğitim bu. Yaşadığımız her an ve her ortam, eğitimin içindeyiz bence. Her deneyimimizde, yeni bir şey öğreniyoruz. Önemli olan, okulda edinilen bilgilerle yaşamın içindeki doğal bilgiyi sentezleyip deneyimlemek. Çocukluğum, ormana çok yakın, herkesten uzak, doğanın içinde, rengarenk, varoluşun içinde bilginin ve ilhamın hazır bulunduğu bir ortamda geçti. Bugün, her yaptığım faaliyette yaşadığım ortamın ve yaşadıklarımın izleri var. Benimle aynı ortamı paylaşan herkes, bu doğallığın farkında. Çünkü, mavi rengin nasıl bir renk olduğunu, bize neler çağrıştırdığını okulda öğrenmedim. Çocukken gökyüzüne her bakıp da huzur duyduğumda, denizden uzak yaşadığımız için denize hasret kalışlarımdaki buruklukta, her üzüldüğümde rahatlamak için iki tarafı da çiçeklerle çevrili betona boylu boyunca uzanıp uçsuz bucaksız o maviliği deneyimlediğimde anladım. Anladım ki maviyi önce hissedecektim; sonra bir başkasına anlatabilecek, yaşamımdaki olumsuzlukları dahi maviyi doğru kullanarak başımdan atabilecektim.
BİR CANLININ ANLATTIKLARI ( KEDİM TOBBY )
Öğrenmek, her zaman insanla gerçekleşmez. Bir canlının benden nasıl sevgi beklediğini, sevgi aldığında, bir o kadar da üzerine koyup geri verdiğini, sahibini yitirme korkusu yaşadığında gözlerinin ta içinde acının belirdiğini, yanlış bir davranış yaptığında kendince özür dilediğini, sinirlendiğinde ya da kırıldığında kısa süreliğine çekip gittiğini kedim olan Tobby’den öğrendim. Demek ki öğrenmek, yaşamımıza yeni şeyler katmak için yaşamın ta kendisine ihtiyacımız var. Yaşamı, tüm çıplaklığıyla içine dalarak yaşamak gerek. Bunları deneyimlerken de Dünyaya karşı bizler de verici olmalıyız. Ondan aldıklarımızı kat kat ona vermeliyiz. Aksi taktirde, doğa – insan dengesi bozuluyor. Deneyimlemek, bazen kazanmak; bazen de kaybetmektir. Bu iki uç noktayı tutturup da yaşadığımızda, yaşamı biraz olsun öğrenmişiz demektir. Dünyadaki bolluk ve bereket hepimize yeter de artar. Yeter ki kullanmasını bilelim, açgözlü olmayalım.
Bu haber 2958 defa okunmuştur

:

:

:

: