Tüm babaların babalar gününü içtenlikle kutluyor; sağlıklı günler diliyorum...
BEN HAYATTA EN ÇOK BABAMI SEVDİM
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla – ha düştü, ha düşecek –
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici – hep, hepp acele işi! –
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a,
Bi helallaşmak ister elbet, diğ’mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
CAN YÜCEL
BABAM
Kendini BABA hisseden, baba sorumluluğunun bilincinde olan, evlat sevgisiyle yüreği delice çarpan tüm babaların babalar günü kutlu olsun…
Özel günlerden birisi daha… Her özel gün, bence, sizin ona yüklediğiniz anlam kadardır; yüreğinizin yüklediği anlam kadar hem de…
Babalar Günü, kimimizde bir yürek yakısıdır, kimimizde buruk bir gülümseme…
Gözlerinin içi güler babasına koşarken bir küçük kız… Yeni bisikletine kavuşmuş bir erkek çocuk, mutlulukla gülümser kocaman avucunda babasının minicik elleri…
Çok mutlu bir çocukluk geçirdim. Ağaçlarla konuşmayı, hayaller kurmayı, masallar uydurmayı, resimler yapmayı hep sevdim.
Bir de denizi çoook sevdim. Nedeni de babama göre, doğduğum evin duvarını dalgalar dövermiş de ondan...
Her kız çocuğu gibi babama aşıktım, hala da öyle...
İyi ki varsın BABAM...
Tanrım ömrünü uzun etsin...
Babanız yanınızdaysa bir başka gülümsenir HAYATA...
AŞK'la gülümsenir...
Ayşe TURAL
BABA
Baba !
Her yılbaşında
Sana söyleyecek bir tek
Sözüm var !
‘ Seni ne kadar çok seversem’
O kadar
Çok olsun ömrümden geçen yıllar…’
Baba !
Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım
Ne zulüm, ne ölüm, ne korku
Başımı eğmez !
Yalnız senin elini öpmek için
Eğilir başım
Babam, ağabeyim, kardeşim
Arkadaşım ….
Nazım HİKMET
YAZI / YORUM...
Bazen durup düşünüyorum... Neden yazıyorum?
Bilmiyorum gerçekten... Sizler için mi, kendim için mi? Yoksa sadece yazmaya alıştığım, yazmadan duramadığım için mi? Olabilir...
Düşünün ki yazmayı öğrendiğim günden, elim kalem tuttuğu zamandan beri yazıyorum...
Böyle düşündüğüm zaman ben bile kendime şaşıyorum. Hiç mi bıkmadım, hiç mi yorulmadım?
Yazmak eylemi, benim için yemek yemek, su içmek gibi son derece doğal ve yapılması gereken bir eylem...
Yazmadığım zaman bir eksiklik hissediyorum, bir boşluk adeta...
Hani durmadan kitap okuyorum ya... Onları okurken bile orasına burasına düşüncelerimi karalıyorum... şiirler yazıyorum...
Sonra diyorum ki: Benden sonra kimlerin eline geçecek ve okurken benim duygu ve düşüncelerim üstüne kafa yoracaklar mı acaba?
İşte tam bunları düşünürken gülümsüyorum... Elbette... Ben kimim diye merak edecekler... tanımak isteyecekler... Ne kadar güzel...
Kendimi öyle şanslı ve mutlu hissediyorum ki!
BABA
Küçük işler peşinde harcadın
altmış üç yılını
mum sattın, kürek çektin
kul oldun sonunda bir kapıya
çıkarı olduğu halde işinin
kaplarını doldurmadın vaktinde
sessiz sedasız göçtün aramızdan
ne ölümün geçti gazeteye
ne dokuz göbek soyun
kötü mü olurdu
beş on para ayırsaydın bir kenara
kara günler için
hiç olmazsa başımızı sokacak
iki göz bir ev bıraksaydın
sokakta kalmış değiliz
adını herkese hatırlatacak
bir dikili çöpün bile yok yeryüzünde
mezar taşından gayrı
büsbütün unutulup gideceksin
seni üç aydan üç aya hatırlatan
elimizdeki cüzdanda olmasa
bizi ukardan konuşturacak
ne ham bıraktın, ne hamam
iki karışlık arsa da kalmadı
yangın yerinde
borcun bile yoktu ödenmiyecek kadar
neyinle övüneyim
şöyle böyle bir memurdun
kolculuktan yetişme
kimlerin yanında lafını edeyim.
Rıfat ILGAZ
Yıllar öncesinden bir ANI...
BİR DEMET GÜL
Birkaç yıl önceydi. İlkbaharın ilk günleri. Havalar ısınmaya, güneş doğayı uyandırmaya başlamıştı.
Arabamı bir evin önüne park etmiştim. Arabadan inerken tek katlı evin bahçesi gözüme ilişti.
Küçük bir havuz, etrafında bodur süs ağaçları, yemyeşil çimenler, özenle ekilmiş çiçekler… Neşeyle açmış rengarenk güller vardı. Daha önce nice güzel bahçeler görmüştüm ama burası onlardan çok farklıydı. Sanki her şey birbirine sevgiyle sarılmıştı.
Başımı kaldırdım, kapının önünde iskemlede yaşlı bir beyefendi oturuyordu. Güneşleniyordu. Tam o sırada elinde kahve tepsisiyle eşi çıkageldi.
- Günaydın efendim! Hava ne güzel! dedim.
- Evet evet, bahar nihayet geldi, dediler.
- Bahçeniz ne kadar güzel! Seyretmekten kendimi alamadım, dedim.
Sözlerim belli ki onları çok sevindirmişti. Bir şeyler mırıldandılar, teşekkür ettiler. Oradan ayrılıp işimi yapmak için yolun hemen sonundaki Şehit Tuncer ilkokuluna girdim.
Yarım saat sonra arabamın yanına geldiğimde onların beni beklediklerini gördüm. Ellerinde bahçelerinden toplanmış bir demet gül vardı.
- Alır mısınız, dediler… Bizden size küçük bir armağan…
Teşekkür ettim. Gözlerim dolu dolu olmuştu. Fazla bir şey söyleyemedim.
Ne güzel insanlardı onlar…
Sevgi dolu, dostluk dolu…
Tanımadıkları kişiye bir demet gül verecek kadar sevecen…
O günü ne zaman hatırlasam; kendimi borçlu hissederim. Evet bir borcum var. Bir gün o iki tatlı insanı ziyaret edip, bir fincan kahvelerini içmeliyim. Hatırlarını sorup gönüllerini almalıyım…
Biraz Mutluluk Alır mısınız? / Ayşe Tural/ 1998
TOPLUM BİLİNCİ
Yeni bir düşünce/ yeni bir yol/ toplumda sadece belirli sayıda insan tarafından biliniyorsa/ bu yenilik sadece o kişilere ait oluyor.
Ama bilen sayısı belli bir kritik noktaya ulaştığı an TOPLUM BİLİNCİNİN AŞAMA geçirmesine yol açıyor.
İşte o anda yeni düşünce, birdenbire, herkes tarafından düşünülmeye başlanıyor... NİCELİK NİTELİĞE DÖNÜŞÜYOR...
Acaba bizde de o anlar mı yaklaştı, diye düşünüyorum.
Toplumda farklı bir şeyler seziyorum...
Ayşe TURAL