Dino Buzzati, Tatar Çölü isimli eserini 1940’da yayımlıyor. Orijinal adı İl Deserto Dei Tartari. Çevirisi Hülya Tufan tarafından yapılıp, İletişim’den basılıyor.
Tatar Çölü; kısa bir görev umuduyla gittiği çölden bir türlü dönemeyen, oradaki hayatın sıradanlığı içinde kaybolmayı kanıksayan Teğmen Drogo’nun öyküsü. Başlangıçta, en kısa sürede döneceğini düşünmesine rağmen gerekli adımı atmaya bir türlü yeltenemediği için bu süre uzuyor. Hep bir şeyleri bekliyor ve dört aylık olacağını düşündüğü görev süresi bir ömre uzuyor.
Ara sıra geride bıraktığı her şeyin değişmiş olduğu evini ziyaret ediyor. Annesi ve kız arkadaşı bile zamanla değişiyorlar. Ama Drogo için her şey aynı. Askeri birliktekilerin Bastiani Kalesi’nden çölün uzaklarına baktıklarında ancak dürbünle görebildikleri ya da göremeyip benzettikleri, hareket ediyor olmasını hayal ettikleri bir düşman var. Bu hem Drogo’nun beklediği düşman, hem de onu kaleye bağlayan bir bakıma hapseden unsur. Yıllar; saldıracak düşmana karşı kaleyi korumak amacıyla geçiyor. Öyle ki bu düşmanın saldırması romanın kahramanı için istekle beklenen bir olay haline geliyor. Başlangıçta hayatın tekdüzeliğini aşmak, işe yaramanın vereceği mutluluk için daha sonra boşa beklememiş olmak için bekliyor Drogo. Çok daha sonra bu duyguları da unutuyor, sadece bekliyor.
Çöl, kale ve pelerin eserdeki önemli simgeler. Kale Drogo’nun kendi iç dünyasının takıntılarını simgeliyor; Oradan çıkma cesaretini gösteremiyor, atalet içerisinde kalıp yeni adımlar atamıyor. Pelerin ise ulaşmak istediği mevkiyi simgeliyor. Zaman içinde pelerin de kendisi gibi parlaklığını kaybediyor, ulaşmak istediği şeyin çok da cazibesi kalmıyor onun için. Çöl ise kanıksanmış durağan yaşamını temsil ediyor.
“Zamanla ilgili tanımlama dikkat çekici. “Önünde öyle çok zaman vardı ki! Tek bir yıl bile ona bitmez tükenmezmiş gibi geliyordu oysa güzel yıllar henüz başlamaktaydı; yıllar sonu gözükmeyen sınırsız bir diziye, insanın uğruna biraz sıkılmayı göze alabileceği halen hiç el değmemiş ve görkemli bir hazineye benziyordu.” (Sayfa: 75).
Drogo’nun merdivenleri ikişer üçer çıkacak gücü olduğunu ancak bunun için isteğinin olmadığını düşündüğü paragraf, okuyucuya hayatında geçireceği yıllarda nelerin farklılaşabileceğini anlatıyor.
Drogo elli yaşlarına gelip artık sağlığını kaybettiğinde nihayet kalede bir hareket oluyor. Ancak tam beklediği fırsat geldiğinde hastalığından dolayı ölümü beklemek üzere kenara çekilmek zorunda kalıyor.
Hayallerimizin gerçekleşmesi için adım atacak gücü bulmalıyız. Günlük zorunluluklardan dolayı asıl bizi mutlu edecek olayları kaçırıyor, mutlu olacağımız yönde adım atmaktan korkuyoruz. Bu kitap biraz da öngörülü olabilmenin önemini vurguluyor. Çünkü Drogo yıllarca çölde hiç bir şey olmadan bekleyeceğini bilseydi belki dördüncü aydan sonra ayrılabilmek için gereken gücü bulabilirdi. Ya da herşeyi yıkıp, yeni baştan kurabilmenin önemi de okuyucuya düşündürülüyor. Drogo çölden ayrılmak istediğinde olabilecek en kötü şeyi (görevini kaybetmeyi) göze alamadığı için bütün bir hayatını boş bir bekleyiş içinde geçiriyor. Ayrıca Drogo çölden kısa sürede ayrılabilmiş olsaydı orada yaşadıkları geri kalan hayatı için güzel bir anı olarak kalacak, kendi çölünde kaybolmayacak, kendi yolunu çizmiş ve yeni vahalar keşfetmiş olacaktı.
Okuyucunun ve Drogo’nun beklediği aynı şey aslında; Bir devinim. Öyle ki kitabın sonunda Drogo beklentilerine ulaşamadan ölüm döşeğine geldiğinde okuyucu da aynı hislerle boşluğa düşüyor. Keşke yirmili yaşlarımda okusaydım dediğim Dino Buzzati’nin “Tatar Çölü” her yaşta okuyucunun hayat çizgisini etkileyecek, yaşantısına yol gösterecek bir başyapıt.
Devinimsizliğin hayatımızı çölleştirebileceği fikrinden yola çıkarak, yeni kitaplarla, yeni vahalar diliyorum.