Dört Ağustos iki bin yirmi’de Beyrut’ta olan patlamanın şiddeti Kıbrıs’ı ve yürekleri sarsıyor. Kıbrıs’ta Beyrutlu aileler var, Beyrut geçmişte Kıbrıs’ın yakın ilişkiler yaşadığı bir şehir.
Liman ve çevresinin yerle bir olmuş görüntüleri geçiyor ekranlardan. Bu görüntüler beni ister istemez iki bin on yedi Nisan’ına, Beyrut yolculuğuma götürüyor. Turistlerin dolaştığı sokakların şimdiki durumunu görmek hüzün verici.
Beyrut Doğunun Paris’i diye anılıyor.
Bizi şehre götürecek araca binmeden önce bir arkadaşımız şehirde Hizbullah terör örgütünün kontrol noktaları olduğunu söylüyor. Şehirde yıkık dökük eski, camları kırık çok bina var ve bunların bazılarında ışık olduğundan içinde yaşayan insanlar olduğunu düşünüyorum. Şehrin iç kısımlarında modern binalar fazla ama hemen yanı başlarında iç savaştan kalma, havan topu ve mermi hasarlı binalar var. Yolun her iki tarafında çok lüks arabalar park etmiş durumda; Jaguar, Porche, Ferrari.
'Gece kulüpleri var' diyor aracımızı kullanan Lübnanlı. 'Gitmek isterseniz ayarlayabilirim' Beni göstererek ekliyor, aile ile veya yalnız'. Soruyu cevaplamak yerine restoran soruyor ön koltuktaki arkadaşımız. 'Hangi restoran daha iyi, burada ne yemeliyiz?'
Yan tarafımızdaki yoldan üç tane siyah cip geçiyor. Asker kıyafetli adamlar ve ellerinde silah var. “Hükümetin askerleriymiş ciptekiler diye arkaya iletiliyor şoförün söylediklerini önde oturan arkadaş, rahatlıyoruz
Otelin girişinde güzel bir kafe var. Cafe Keif' in önünde modern, şık kıyafetli kadınlar ve genç kızlar nargile içiyorlar.
Kahvaltı bizim damak zevkimize uygun. Bizde olmayan farklı şeyler arıyorum ve kahvaltıda yedikleri künefenin değişik olduğunu öğreniyorum arkadaşlardan. Sabah künefesinde hamur yok. Peynir ve şerbetten oluşuyor. Akşam veya öğlen yediklerine kadayıf da ekliyorlarmış. Humus Kıbrıslıların yaptıkları gibi bol limonlu.
Sabahın 08.30'unda kendimi sokaklara atacağımı bilen arkadaşım mesaj atıyor. 'Sahil güzelmiş, Korniş diye bir yer öneriliyor. Kafeler varmış, bir şeyler yiyebilirsin orada'.
Resepsiyondan önce turistik harita alıyorum, sonra taksi çağırmalarını rica ediyorum görevliden. Taksiye kendi bindirip gideceğim yeri söylüyor. Fakat taksi şoförü geleneksel yemek istersem Karam’a gidebileceğimi anlatıyor. Karam terk edilmiş gibi. Askerlere soruyorum kapalı diyorlar.
Sahili, Korniş'e doğru yürürken Paris Avenu'ye ulaşıncaya kadar kırmızı kocaman I Love Beirut yazısında, hasar görmüş binaların önünde oyalanıyorum. Sahilin girişinde Cafe Beirut var. Yolunun karşısındaki camiinin yanında hasar görmüş hayalet bir bina, onun yanında hasarsız veya onarılıp kullanılmaya devam edilmiş bitişik nizam başka bir bina mevcut. Binanın alt katları kafe olarak kullanılıyor. Gençler disko müzik çalan binanın girişinde bekliyorlar.
Daha sonra sadece erkeklerin olduğu bir plaj çıkıyor karşıma. Denizden sürat motorları geçiyor. Plajda güneşlenen iki adam havlularının üzerinde namaz kılmaya başlıyorlar. Deniz Fenerinin dibinde her türlü etkinlik yapabilecekleri bir tesis kurulu onlar için.
Palmiyelerin ve modern binaların arasında kalan zarar görmüş yapılara bakarak hızlı hızlı yürüyorum. Dönüşte Kafe Beyrut'da yemek için mola veriyorum. Kadınlı erkekli kullanılan iskele plaj burası.
Molamı kısa kesip Amir Manzur Camii'ne doğru yola koyuluyorum. Yolda hasar görmüş en aşağı otuz katlı bir bina var. 1975' lerde nasıl güzel bir binaydı kim bilir! Daha sonra yapılan, yanındaki Phoenicia yazan binayla aynı büyüklükte. Sokaklar temiz ve sessiz şehir merkezinde. Ünlü saat kulesinin yanından geçiyorum. Hemen karşısında sabah geldiğim Parlamento binası var. Uzaktan caminin mavi kubbesi görünüyor. Giderken önüme bir katedral çıkıyor, giriyorum. Cathedrale St. Louis oldukça sessiz, tavan süslemeleri çok güzel.
Mavi kubbeli Camiye ulaşmak için yürüdüğüm yolun solunda Roma harabeleri arkeolojik çalışmaları var. Yolun karşısına geçip çektiğim fotografta katedralin kulesindeki haç, caminin minarelerinin arasına girip bir bütün oluşturuyor. Amin Mounzer Camii özellikle tavan süslemeleriyle ünlü.
Yanımdan geçen iki Türk'ün konuşmalarından yakınlarda bir Ermeni kilisesi olduğunu öğreniyorum. Başımı sağa çevirince görüyorum, sokağın sonunda. Vitrininden halıcı olduğunu düşündüğüm mağazanın tabelasında Vanlıyan yazıyor.
Otele dönünce yarım saatlik TRT belgeseli izliyorum Lübnan'la ilgili. Gündüz gezdiğim yerlerin önünde, çevresinde olanlar o kadar üzücü ki! Gençlerin müzik dinledikleri kafelerin olduğu binalar neler görmüş.
Yüksek duvarlarla çevrili, Beyrut'un batısında bir tatil köyüne gidiyoruz akşam yemeği için. Dans pistinde Lübnanlılar ve arkadaşlarımızın resmini çekiyoruz.
Dönüş günü ilk olarak antik liman kenti Byblos'a yola çıkıyoruz. Çarşısı, kafeleri, kalesi derken saat 11.00 oluyor. Ardından Damlataş mağarası için yola koyuluyoruz. Jeito Grotto' da önce teleferik, sonra muhteşem büyüklükte bir üst mağara karşılıyor bizi. Alt mağara için trene biniyor kayıklarla mağaranın içini geziyoruz. Mağarada resim çekmek yasak.
O günlerden anılarımda kalan, yüreğimi yaralayan delik deşik binaların görüntüsüne bu patlamayla eklenen ters dönmüş arabalar, yıkılmış binalar en kötüsü de sayısı gittikçe artan can kayıpları ekleniyor. Beyrut dört Ağustos’ta tekrar yıkım yaşıyor.