Sırasıyla gelirdi sorular;
“İsmin nedir?”
“Nerelisin?”
“Kaç kardeşsiniz?”
-5 kardeşiz deyince herkes bi “Maşaallah” çekerdi. 5 kardeş 2 de ebeveyn ne kalabalıksınız diye geçen iç konuşmaları, düşünce balonlarından okuyabilirdim. Abartıldığı kadar çok muyduk, o kısmı tam kavrayamıyordum. Bazen de kızıp içimden; “Koca Istanbulda biz mi çokuz?” diyordum.
En küçüğümüz hâlâ annemlerle uyuyordu. Biz diğer 4 çocuk ise 2 ranzalı odamızdaydık. Küçükler üstte, büyükler alt yatakta yatardı. Anlayacağınız büyükler protokolü kapmıştı. Ben üst ranzadan inatla her gece aşağı düşerdim. Çok şükür kırık çatlak olmadı, küt diye bi ses duymaya alışık ev ahalisi 2 saliselik bölünmeden sonra uykuya geri dalardı.
Düşmediğim diğer gecelerde protokol kata misafirliğe giderdim. Büyük ağabeyim biraz; domates kıvamındaydı. Kırmızı yanaklarıyla ben onu; komşu bahçedeki henüz kızarmış bi domatese benzetirdim. Yenilesi lâkin yiyemediğim. Ama bilirdim, o sert bakışının altında babasının elinden tutmuş laleliye giden masum bi çocukluk vardı.
Hatrımda bunlarla, çok çocuk mu az çocuk mu ben daha çözememişken büyüdük ve işler değişti. Meğer başkalarına çok gelen “5 kardeş” bana azmış. Keşke 10 kardeş olsaymışız diyorum. Hepsi yedekli listesiyle hazırda dursaymış. 3 abim, 3 kardeşim, 3 ablam olsaymış... Çokluğun en güzel hali kardeş olmaktaymış. İnsan bir şeyi kaybetmeden değerini anlamaz derler ya. Öyle işte…
Kaybettiğim domates yanaklı, çocuk bakışlı ağabeyimden ziyade başka şeyleri anımsadım bir an. Şimdikilerin aile olamaması mesela...Daha büyük bir ev alabilme güçleri olan bir ailede büyümemize rağmen, tüm kardeşler aynı odada uyuduk.. Aynı odada sırayla giyinip, aynı ders masasında itişip kakışmadan çalıştık. Ne ben şikayet ettim ranzadan düştüğüm için, ne de büyüklerim ayrı oda istediler...
Babam ara sıra yurt dışı, sık sık da şehirlerarası seyahetlere gider, Türkiye’de olduğu zamanlarda da eve geldiğinde biz uyumuş olurduk. Bazı akşamlar erken gelir, yemekten sonra bize meyve soyar, elleriyle yedirirdi. Hani şimdilerde kaliteli zaman dedikleri gibi. Beraber geçirdiğimiz vakitler kısıtlı da olsa kaliteliydi. Zira biz yokluğundan hiç şikayet etmez, onu görünce gülümsediği an mesajı alır kucağına koşardık. Büyük bir sevgi ve müthiş bir saygıdan bahsediyorum. İkisi bu kadar ölçülü nasıl da işlenmişti küçük ruhlarımıza…
Şimdi ben tüm bunları niye yazdım? Ne demeye babamın elinden yediğim meyveyi, her gece düştüğüm ranzayı anlattım size? Daha da fazlası var anlatacaklarımın öyle şükürlü çocuklardık diyorum. Geniş aile ya da çekirdek aile olmaktan ziyade, tüm bireylerin birbirine sımsıkı olduğu o zamanlar çok geride kaldı. Şimdi 2 çocuğun aynı eve sığamadığı, şımarıkça bağrışların gürültüsünde yenilen akşam yemeklerinde sohbetten ziyade, sakinleştirilmek üzere kurulan cümleler var...