İzmir depreminin ardından

Yaşamında depremle tanışan kaç kişi var? Nasıl bir canavarla karşı karşıya olduğunuzun bilincinde misiniz; yoksa o an yaşanılanları zorunlu bir şekilde unuttunuz mu, daha doğrusu unuttuğunuzu mu sanıyorsunuz?

Yaşamında depremle tanışan kaç kişi var? Nasıl bir canavarla karşı karşıya olduğunuzun bilincinde misiniz; yoksa o an yaşanılanları zorunlu bir şekilde unuttunuz mu, daha doğrusu unuttuğunuzu mu sanıyorsunuz?
Depremi doğal afet, yer sarsıntısı olarak bilenimiz çok. Deprem sözcüğü, daha çok ‘Son Dakika’ haberlerinde adını duyup da irkildiğimiz ve bize kendisini Azrail benzetmesiyle hatırlatan bir sözcük. Yıllardır, deprem bilimcilerin, astrologların, medyumların, haber kanallarının, meraklıların… üzerinde bolca laf ettiği bir kavram. Bu sözcük, öyle iki heceli, kolay söylenebilen bir sözcük gibi görünmekte. Tabii ki bu sözcüğe sadece sözlüklerde rastlayan, onunla belki bir öykü okurken paragraflar arasındaki bir cümlede karşılaşan insan, böyle çok da normal görünen, pek de ilgi çekmeyen bir yapıda bulunan bu sözcükle sadece ve sadece rastgele şekil boyutunda iletişim kurmakta. Peki ya bu iletişim, zorunlu olursa, kişinin yaşamına zorla girmeye, onun yaşamını sekteye uğratmaya çalışırsa? Böylece, bu sözcüğün bizim için anlamı değişmeye başlarsa?
ESKİDEN KALMA BİR DUYGU
İzmir depremini duyar duymaz televizyonu açtım ve bazı görüntülerle karşılaştım. Bu görüntüler, sesler, renkler… Beni 17 Ağustos 1999 depremine götürdü. Birkaç saniyeliğine de olsa yirmi bir sene öncesini yaşadım. O anı, o seni nereye götüreceği bilinmeyen sesleri, karanlığı, kırmızılığı, kan ve ölü beden kokusunu, kedi ve köpeklerin hırıltılarını bir daha, bir daha duyumsadım. Bu tarihten sonraki ben, farklı bir bendim artık. Çevremde yıkılan binalar, yaşamını yitiren insanlar, ailesiz kalan bebekler, bu canavarı bir daha yaşamak korkusuyla büyüyen çocuklar varken benim de içimde bir şeyler ölmüştü. Fiziksel olarak korku duyduğum bu canavardan yaşamımın geri kalanında “ Bir daha bu olayı yaşar mıyım?” sorusuyla hiçbir zaman ayrılamadım. Hep bir bağlantı içinde oldum onunla. Ruhsal olarak beni oldukça etkilemişti anlaşılan. Bir de üzerine “ Deprem, bir kez onu yaşayanın arkasını bir daha bırakmaz.” sözünü duyunca daha da etkilenmiştim sonrasında. Depremde kaybettiklerim sadece eşyalarım değil; duygu dünyamdaki korkusuzluk, sevinç anlarıydı. Bu durumum, senelerce devam etti. İçte yaşadıklarım, beni olumsuz etkilemiş; hatta beni tedavinin eşiğine getirmişti. Senelerce süren iyileşme çabalarım, sonuçlarını bir şekilde bana açıkça ortaya koymuştu. Genel olarak iyileşmiştim. Tabii, kısmi duygu duyarsızlığını halen yaşıyorum. Bu da bana çok normal geliyor. Yaşamımda yaşanan şoklardan etkilenmek yok; çünkü yaşamımda her şey olabilir duygusu var. Bunlara karşı hep olgun olmak var, bunları kocaman bir yürekle karşılamak var.
KAĞITTAN YAŞAMLARIMIZ
Yaşamlarımız, kağıttan gerçekten. Kağıdı ıslatın ve ne oluyor izleyin. Kağıdı parmaklarınız arasında bir iki sallayın, çekiştirin, sonra da bakın bakalım o önceden elinizde tuttuğunuz kağıt, aynı mı kalmış; yoksa buruşmuş, yırtılmış, kendinden mi geçmiş, ne olmuş? Hani, Legolar vardır. Şimdilerde çocuk zekasının gelişmesi üzerine bolca kullanılan bir çeşit zeka oyunu. Yaşamlarımız, aynı Lego gibi de. Legolar, yap boz sistemi mantığında ve renk renk, şekil şekil. Bunları birleştirip gökdelenler de yapabiliriz; kendimiz ya da ailemiz için ferah alanlara sahip evler de yapabiliriz. Her şey mümkün. Yeter ki zihnimizde oluşturalım ve sakince o parçaları birbirine geçirelim. Bunları yapmak da bir anda bozmak da çok kolay. Legolar gibi yaşamlarımızın da bir anda bozulması; hatta yok olması olası bir durum. Önemli olan, yaşadıklarımıza verdiğimiz tepkilerin bizi derinden yıpratmaması. Depremin ardından kendimize gösterdiğimiz şefkat ve ilgi. Ansızın, hiç beklenemeyen zamanlarda gelen ve insanda derin izler bırakan deprem canavarıyla karşılaşan, bunları duyup da etkilenen herkese geçmiş olsun dileklerimi gönderiyorum.



Bu haber 3137 defa okunmuştur

:

:

:

: