Arap şehri Beyrut

“Sonra bir öğretmen, bize öğretmekten söz et, dedi. O da dedi ki: Hiç kimse bilginizin şafağında yarı uykuda beklemekte olan dışında bir şey bildiremez size.

“Sonra bir öğretmen, bize öğretmekten söz et, dedi. O da dedi ki: Hiç kimse bilginizin şafağında yarı uykuda beklemekte olan dışında bir şey bildiremez size. Tapınağın gölgesinde, müritleri arasında yürüyen öğretmen, bilgeliğinden değil; inancından ve şefkatinden verir. Gerçekten bilgeyse, sizi kendi bilgelik evine girmeye çağırmaz, kendi aklınızın eşiğine götürür.” Lübnan asıllı Amerikalı felsefe yazarı, romancı, mistik şair ve ressam Halil Cibran’ın ‘Ermiş’ adlı eserinden alıntı yaparak başlamak istedim hayal şehrimi anlatmaya.
Herhangi bir Arap şehrini tanımak heyecanını yaşamanın büyük mutluluğunu damarlarınızda hissetmenin nasıl bir şey olduğunu hiç düşündünüz mü? Kime sorsanız, New York’a, Paris’e, Roma’ya, Amsterdam’a gitmek, orayı tanımak, o kültürü az da olsa içine çekmek istediğini söyler. Benim gibi, Avrupa şehirlerinin yanı sıra Arap şehirlerini de teker teker meraklı bakışlarla, tutkulu gezmek isteyen yüzlerce kişi vardır elbet. Bu şehirlerde ne aradığımı ya da ne aramam gerektiğini bilmiyorum açıkçası. Tek bildiğim, beş sene önce bu merakımı giderecek bir başlangıç yapmış olmam. Lübnan’ın başkenti, büyülü Beyrut’u görmüş olmam. İyi ki de öyle olmuş. Havaalanındaki polislerin tutumu, oldukça ilgimi çekmişti. Tüm dertleri, benim oraya hangi neden ya da nedenlerle geldiğimdi. Bir Kıbrıs Türk ve Beyrut.
HOTEL ALBERGO
Bence şehrin en güzel oteli. Otelin girişinde, kocaman altın bir kafeste iki adet aşk kuşunun olması ve bu kuşların renklerinin harikalığı, dikkatimi onların üstüne yoğunlaştırmamı kolaylaştırmıştı. Oraya gelenlerin aşklarına da tanıklık eder gibiydiler. Odalardaki duvarlarda pahalı çerçeveler içinde asılı kaftanlar, eski olduğu kadar da değerliydi. Göz kamaştıran duruşuyla ve başka başka renkleriyle sanat eseri edasındaydı. İşlemeli, yerden tavana kadar yükselen antik dolaplar, pirinç aksesuarlı banyolar, saatlerce; hatta günlerce içinden çıkmak istemediğim; sanki sihirli bembeyaz örtülerle örtülmüş bir yatak, yine pirinçten, kapaklı, büyük bir tasta her gün yenileri getirilen, yenilendikçe daha da tazelenen meyveler, oturup da arkadaşlarla sohbet edilebilecek, yemek yenebilecek, bir şeyler içilebilecek rüya gibi bir teras.
BEYRUT SOKAKLARI
Sabah kahvaltıdan sonra Organik Açık Dükkan’a gidip de sabah - öğlen arası meyve keyfi yapmak, çok güzeldi benim için. ‘George Cafe’ & Restaurant’taki paha biçilmez dakikalarımızı unutmak olanaksız. George, Avrupa’da gittiğim şehirlerde bile, bu tarz yerlerde görmediğim renklere ve dizayna sahipti. Oranın konseptini görmek, renklerini hissetmek, büyük bir şans. Şehrin sokakları tertemiz, insanları bakımlı, iyi giyimli… Şehirdeki moda evlerindeki özel tasarım kıyafetler ve özellikle de kaftanlar, denenmeye değer nitelikteydi. Şehrin dışında yemeğe ya da gezmeye gitmek istediğimizdeyse; bazı yerlere girişte kalaşnikoflarla bekleyen askerler görmüştük. Onları görmeyi hiç beklemiyordum. İlk günlerde, “ Benim burada ne işim var? Başıma bir şey gelebilir.” dediğimi hatırlıyorum. Tabii, tüm bunların tamamen güvenlikle alakalı olduğunu sürekli bir soru sorma krizimin ardından aldığım cevaplardan öğrenmiştim. Şehir, dopdolu ve modern plajlarıyla göz alıyordu. Yollarının lüks arabalara ev sahipliği yaptığını da söylemeden geçemeyeceğim.
HARİKA BAALBEK
Dünyanın en görkemli tapınak şehri olan Baalbek Antik Kenti, Unesco Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Buraya ayak basar basmaz, birden Yunanistan’ın başkenti Atina’da olduğumu düşündüm. Bir anlığına da olsa Beyrut’ta gezdiğimi unutmuştum. Neden mi? Kaç insan boyunda olduğunu kestiremediğim, oldukça geniş taş sütunlar çıkmıştı karşımıza. Avukat bir annenin ve elçilik mensubu bir babanın tek kızı olarak dünyaya gelmiş, film yapımcısı Sudanlı arkadaşım May’le yaşımızı başımızı unutup da sütunların arasında birbirimizi bulmaya çalışarak kendimize eskiden kalma bir oyun yapmıştık. Yanımızdaki arkadaşlarımız, bizim gibi heyecanlı değillerdi ki onlar, Baalbek’i gezmekle yetinmişlerdi. Yazımın sonunda, Halil Cibran’ın aynı eserinden bir alıntı yapmak istiyorum: “ ‘Hakikatı buldum değil’; ‘bir hakikat buldum.’ deyin. ‘Ruhun yolunu buldum.’ demeyin. ‘Kendi yolumda yürürken ruhla karşılaştım.’ deyin.”



Bu haber 3157 defa okunmuştur

:

:

:

: