Venedik…
İtalya’nın kuzeydoğusunda bulunan Venedik, yüz on yedi adası ve irili ufaklı dört yüz köprüsüyle İtalya turlarının vazgeçilmez duraklarından birisi. Bu adalar ve kanallardan oluşan muhteşem şehir, “Kanallar Şehri”, “Sular Şehri” ve dünyaca ünlü maskeleri nedeniyle de “Maskeler Şehri” olarak da anılır. Uzun yıllar boyunca dalgaların etkisiyle oluşan lagün, şehrin fotoğraflarda görülen kanallar bölgesini oluşturur. Bu bölge ve şehirde bulunan pek çok tarihi eser, UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne alınmış.
Tüm bu sözler, internet sayfalarını süsleyen, tıklandığı anda kişinin önüne açılan bir bilgi penceresinin içerisinden fırlayan kalıplaşmış sözlerdir. Oysaki, Venedik’e yapılan bir gezi, Venedik’le ilgili okunan her şeyi karanlığında bırakır. Bu şehir, hayalleri bile süsleyemeyecek kadar muhteşem, capcanlı, her an hareketli, sanat kokan, renkli mi renkli bir tablonun gerçek hali. Kültür şehri olduğu insanlarının yüzlerinden, giyimlerinden, konuşmalarından, yemek yiyip içki içtikleri mekanlardan, üniversitelerinden… belli oluyor.
Venedik Karnavalı
Oraya gittiğimiz an, dünyanın merkezinde olduğumuzu anladım. Aslında ben, her zaman merkezin ben olduğumu, ben neredeysem; merkezin de orda olduğunu bildiğim halde; o şehirde bambaşka biri oldum. Artık ben, yoktum. Sadece, şehir vardı. Şehrin büyüsü, gittikçe beni içine alıyordu. Otelimize yerleştikten sonra, dışarıda bir keşif yapmaya karar verip de dışarı çıktığımızda bir de ne görelim, dünyaca ünlü Venedik Karnavalı’ nın tam da ortasındayız. Bir taraftan siyahlı mavili, güzel mi güzel bir cadı bize elma uzatıyor. Diğer taraftan sarı giyimli, beyaz peruklu, yanında da yine beyaz peruklu, altın kıyafetli bir adam, bizimle poz vermeye çalışıyor. Belli ki fotoğrafçılar, para ve keyifle karışık iş yapıyor o karnavalda. Baktıkça daha da derinleşiyor renkler, elbiseler, müzikler, boyalı yüzler… Bugüne en büyük damgasını vuran da rengarenk maskeler. Ben de mor ve lila rengi karışımı bir maske alıp karnaval boyunca takıyorum. Koca alanda maskesiz insan yok. Akşam olunca da kalabalık dağılıyor ve herkes o şehrin güzelliğini, zarafetini yansıtan lokantalara, kafelere gidiyorlar.
Siyah Beyaz Çizgili Adamlar ve Kanolar
Venedik’e gidip de siyah beyaz çizgili tişörtlü adamların idare ettiği kanolara binip gezintiye çıkmayan var mıdır? Evet, ben kendimi biliyorum. Elbette, benim gibi gezmek için kanoya binmek yerine deniz otobüsünü kullanan, mahalle mahalle yürüyüp de şehrin kokusunu içine çeken birileri daha vardır. Şehir merkezinde, yürüyerek her yere gidebildik. Dükkanlarda en bulunmaz şeyleri aradık ve bulduk. Şehir üniversitesinin bahçesinde oturduk; yarım saatliğine de olsa öğrenci olduk. Otelimizin çevresindeki her gün kurulan açık pazardaki çiçeklerin kokusunu içimize çektik, yakındaki dükkanları gezip de o şehri anlamlandırdık, Murano adasından gelen camlarda kendi aksimizi gördük, hayran kaldık kendi kendimize. Çünkü, o şehir bizi beş günlüğüne de olsa sevgisiyle, deliliğiyle sarıp sarmaladı. Bu pazarda satılan balık, meyve, çiçek ve de çevre dükkanlardaki şarapların iyileştirici, gençleştirici etkisi vardı.
Çizgili Bir Yüzden Venedik’ i Anlamak
Venedik çevresindeki adalara nasıl gidildiğini öğrendiğimizde adalara kalkan vapur çalışmaya başlamıştı. Şehirde konuşulan dili anlamasak da seksen beşin üzerinde, mavi gözlü, zayıf bir adamın sırf biz vapura yetişebilelim diye bağırdığına şahit olduk. Vapur yolculuğum, mavi gözlü o beyefendinin yanında geçti. Anladığım kadarıyla eşi hasta olduğu için pazar alış verişini kendisi yapıyordu. Doğma büyüme Torcellolu’ydu. Tabii ki tam bir insandı. Torcello durağında indiğinde, yüreğimi anlam veremediğim bir özlem duygusu kapladı. Sonrasında, cam işlemeciliğinin yapıldığı dünyaca ünlü Murano; kapılarını renkli ve çizgili perdelerin süslediği sıra sıra renkli evlerin olduğu Burano adasını gezdik. Ve… O şehre bir daha gittiğimde kendi yaşamımı anlatan kitabı yazmaya karar verdiğim, Venedik Film Festivali’nin yapıldığı, motorlu araçların var olduğu tek yer olan Lido adasını beğendim demek, duygularım karşısında az kalır.