“Sıra sendeydi, neden beni uyandırdınız” diyerek eşime söylenirken küçüğün çorabını giydirdim. O sırada açık olan tek gözümle, mahmur gözlerini ovalayıp bize doğru gelmekte olan büyük kızımı gördüm. Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz misali, iki azizem de sabahın nurunda henüz gökteki yıldızlar bile uyurken uyanmışlardı. Ve işin kötü tarafı ben bir kez uyanınca asla geri uyuyamayanlardanım. Sürekli uyandırılıp geri uyuyamamanın ceremesini analar bilir. Uykusuz ama uyuyamayan analar…
“Sıra sendeydi, neden beni uyandırdınız” diyerek eşime söylenirken küçüğün çorabını giydirdim. O sırada açık olan tek gözümle, mahmur gözlerini ovalayıp bize doğru gelmekte olan büyük kızımı gördüm. Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz misali, iki azizem de sabahın nurunda henüz gökteki yıldızlar bile uyurken uyanmışlardı. Ve işin kötü tarafı ben bir kez uyanınca asla geri uyuyamayanlardanım. Sürekli uyandırılıp geri uyuyamamanın ceremesini analar bilir. Uykusuz ama uyuyamayan analar…
Geldik işin zor kısmına. Çocuklara tablet yasak, telefon yasak. “Ama televizyon olur” dedim, John Logie Baird değil de keşfi ben yapmış gibi sevinerek… Birden aklıma, yapılmaması gerekenleri ezber etmiş ve hep maddeler halinde konuşan çok biliciler düştü; “onlar kızmasınlar bana” deyip bir an dursam da munzırca umursamadım. 3,6 saniyede -ki bilenler bilir bu çok mühim bir rakamdır- kendi içimde kurduğum muhakeme ile tv açıp çocukları tam karşısına -ekrana çivilensinler- diye oturttum. Ne yapalım çocukları eylemektense yatakta olma özlemim ağır geldi. “Toplamda uyanık kaldığım süre bölü, uyuduğum saatler” diye hesaplayıp elde kalan hiç olunca kural mural tanımıyorsun.
İşler genelde planladığım gibi gitmese de bu defa başarmıştım. Benimkilerde çıt yok, yaşasın. Yatağıma geri döndüm. Cânım yatağım bıraktığım kadar sıcak olmasa da sığındım o en karanlık köşesine ve bekledim beni de içine alsın diye. Bekledim. Ve bekledim. Biraz daha bekledim... Dalamayınca, gözlerim açık tavanı seyrettim. Tavanda çoğunuzun göremediği şeyler keşfetmiştim. Beyaz, pütürlü, köşeleri kartonpiyerli, tam ortasına özenle konumlandırılmış şaşalı avizeler ile hayaller ülkesi gibiydi. Kimi bakış açısına göre olabildiğince yalnız, kimi bakış açısına göre ise alabildiğine kalabalık. Ben o yalnız tavanda çok gürültülü bir kalabalığı seyrettim. Hadi artık uyu diyen sol lobum ile sağ lobum çatıştı. Kaybeden uykulu gözlerim kazanan ise düşünmek için heyecanla beni dürten beynim oldu.
O boş, özensiz, kireç beyazı tavandan sökülüp aklıma gelenler ve o boşlukta çıktığım yolculuk... Meğer kalabalık, sessizliğin gümbürtüsünden tenhaymış... Neden birden aklıma düştü vakit. Hemen yanı başımdaki telefona uzandı elim. 1 saat 23 dakikadır tavandaymış gözlerim ve dahi ruhum. O belirsiz, cansız, renksiz, sessiz tavanda. Sonra bir hışımla koşup içeri, bu sessizlik hayra alamet değil diyerek ulaştım kızlara. İşin garibi onlar televizyonun cezbedici renklerinden, canlılığından, müziklerinden sıyrılmış birbirleriyle oynamaya koyulmuşlardı. Hani televizyon can sıkıntısına birebirdi? Hani tavana 15 dakika bakınca insanın uykusu gelirdi?