Az çoktur

Zira evin yükü gereğinden fazla eşya, insanın yükü gereğinden fazla arkadaştır. Koltuğun yayı bozulmuş deyip elden çıkarabiliyorsun da, seninle muhabbetin tadı kaçtı diyemiyorsun kimselere.


Kıymet verdiğim bir arkadaşımın annesi şöyle demişti: “Biz yanlışlara, haksızlıklara hep sorun çıkmasın deyip sustuk. Siz susmayın. Mutlu olmadığınız yerde sakın ha durmayın. Bakın onca insan var hısım akraba, konu komşu ama bir sıkıntım olsa kimsenin kapısını çalmaya varmıyor elim. Onca yıllık hayatımdan bana kalan şu sandalyenin üzerinde gördüğünüz bir poşet dolusu ilaç. Ve derdimi açtığım tek yarenim saksıda yetiştirdiğim çiçekler.” Dahil olmuş gibi göründüğü aslında hiç içlerinde olmadığı o kalabalığı böyle özetlemişti Perihan teyzem.

Bize sahte gelenlere sustukça nasıl yalnızlaşacağımız gerçeğini, kendi yaşanmışlığının gölgesinde işaret etmişti. Bu açık bir delile dayanan gerçek bir dersti. Ne delilden şüphe vardı ne de çıkarılan dersten. Ne olduğumuz ve susarak nereye varacağımız, gözüne fener tutulmuş tavşan gibi bize doğru bakmaktaydı..

Zor olmamalıydı, bir çiçek gibi sevgiyle sulanmalı, güven altında huzurla güneşlenebilmeliydik. Sakinleştiğimiz bir dostun omzuna demir atabilmeli ve o limana tüm sırları sığdırabilmeliydik. Zira evin yükü gereğinden fazla eşya, insanın yükü gereğinden fazla arkadaştır. Koltuğun yayı bozulmuş deyip elden çıkarabiliyorsun da, seninle muhabbetin tadı kaçtı diyemiyorsun kimselere. Kalabalığın ortasında kendine bir köşe buluyor, sahte olduğunu hissettiğin kahkahalar arasında içine içine gömülüyorsun. Bir fanusun sığ suyuna hapsedilmiş ve her şeyi oradan izliyorsun da ben burdayım, çıkarın beni buradan demeye hiç yeltenmiyorsun gibi. Gülmeyeceğin espriye gülüyor, susmayacağın sözlerin altında eziliyorsun da doğrulup bir türlü kalkamıyorsun gibi. İşte samimiyete dair ne varsa bir bir eriyor. Nihayetinde vazgeçiyorsun umut beslediklerinden.

:

:

:

: