Bin dokuz yüz yirmi dokuz yılında Burdur-Yeşilova’da doğan ve esas adı Tahir olan Fakir Baykurt ortaöğrenimini Gönen Köy Enstitüsü’nde tamamlıyor. Öğretmen olarak beş yıl çalıştıktan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü’ne başlıyor. Edebiyat Bölümü’nü bitirdikten sonra Sivas’a Türkçe öğretmeni olarak atanıyor. Daha sonra Müfettişlik, ODTÜ Halkla İlişkiler ve Yayın Müdürlüğü görevlerinde bulunuyor. Fakir Baykurt’un üretken kalemini soruşturmalar, açığa alınmalar ve uzun süreli tutukluluk dönemleri etkilemiyor. Halkın içinden gelen yazar Anadolu halkının toplumsal yaşamını, acısını, sorunlarını, gündelik yaşamını gözlemlerine dayanarak analiz ediyor ve 1955’ten sonraki yıllarında verdiği eserlerle Köy Edebiyatını en iyi işleyen yazarlardan biri oluyor. Toplumcu gerçekçilikle yazdığı eserleri kendisine pek çok ödül getiriyor.
Aldığı ödüller Yunus Nadi Roman Ödülü (Yılanların Öcü), TRT Sanat Ödülleri(Tırpan), TRT Sanat Ödülleri (Sınırdaki Ölü, Türk Dil Kurumu Roman Ödülü (Tırpan), Sait Faik Hikaye Armağanı (Can Parası), Orhan Kemal Roman Armağanı (Kara Ahmet Destanı), Tiyatro 79 Dergisi Yılın Oyunu Ödülü (Sakarca)Avni Dilligil Tiyatro Ödülü (Tırpan), Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü (Barış Çöreği), Alman Endüstri Birliği (BDI) Yazın Ödülü (Gece Vardiyası), Sedat Simavi Edebiyat Ödülü (Yarım Ekmek), Yaşam Radyo Ustalara Saygı Onur Ödülü ve Pir Sultan Abdal Derneği Ödülü’dür. Yazarın çok sayıda roman, öykü, şiir ve inceleme kitapları bulunuyor.
Baykurt Göçmen İşçi konusunu incelemek üzere gittiği Almanya’da Pestalozzi’de öğretmenlik görevine devam ediyor ve buradan emekli oluyor.
Anadolu Garajı Fakir Baykurt’un Bilgi Yayınları’ndan bin dokuz yüz yetmiş yılında basılan, köy insanı ve yaşamını analiz ettiği on dört öykülük eseridir.
Yazar eserin başındaki önsözde sanatçının öncülük işlevini tanımlıyor. Önsöz tüm sanatçılar için bir bildiri niteliğinde. Sanatta dayatmayı eleştiriyor Fakir Baykurt. “Sömürgeci şirketler nasıl dört dönüyorlar kürede ve havada görüyoruz. İsterse bir kültür çölü olsun, bir karış yeri boş bırakmaz adamlar, getirip saçarlar kendi sömürgeci sanatlarını, kültürlerini. Vitrinlerimiz baskı derecesinde böylesi ürünlerle dolar taşar, yerlileri kaybolur. Evrensel olmazdan önce ulusal olan, ulusal olmazdan önce sınıfsal olan sanat ve kültürümüze yaramaz kişiliksiz duruma düşer. Yabancı ürünlere düşmanlık gibi bir bağnazlık yüklemeye kalkmasınlar bize. Kendin seçersen, kendin ister ve alırsan ve bu bir karşılıklı alışveriş olursa değerlidir”, diyor (s;19).
Fakir Baykurt köy yaşamını anlatırken, yoksulluk, cahillik, sömürülme gibi sorunları kâğıda döküyor. Toplumsalcı gerçeklik yaklaşımıyla bunları anlatırken bazen yerel bir dil bazen de mizahi bir dil kullanarak okuyucularına ulaşıyor.
Pangacı isimli öyküsünde, Ankara’nın küçük bir köyüne atanan kardeşine destek olmak için yollara düşen bir abinin hikayesini okuyoruz. Genç adam, kendisini kardeşinin bulunduğu Evciler Köyü’ne götürecek Nuri ile aralarındaki mesafeyi “Kardeşimi unuttum. Bankayı, güneyi, her şeyi unuttum. Nuri böyle deyince…Bir tuhaf burkuntu çöktü içime. Burnum sızladı. Nuri’yle aramı ölçmeye çalıştım, binlerce, belki on binlerce kilometreydi” diye tanımlıyor. (S;78).
Nato Yolu isimli öyküde köy yerinin dramı çok yönlü olarak karşımıza çıkıyor. İşsizlik, göç, unutuluş ve ölüm var öyküde. Kilometrelerce uzunluktaki Nato Yolu’nun yapılışı da var. Kilometrelerce yol katedip Ay’ın çevresinde yörüngeye giren araçtaki Armstrong ve arkadaşları var. İnsanoğlu aya ilk adımını atacakken Azime’nin Ankara’nın çevre köylerinden dört kilometre yolu gidip hasta çocuğunun hayatını kurtaramayışı var (s;201).
Okumanın önemi, okumuş insanların sömürüden ve ezilmekten kurtulabilecekleri umudu ve gerçeği satırlarına yansıyor yazarın. “Yapılmaya başlanan köprüleri yarım kalmıştı. Beş sınıflı okullarına her yıl gelip duran tek öğretmen de gelmez olmuştu. Çocukları cahil kalacaktı. Çocukları da beylerin, ağaların, hökümetin garezinden kurtulamayacaklardı”. (s;81).
Köyde bitip tükenmek bilmeyen sağlık sorunları ve doktora ulaşım problemi, köylülerin devlet mekanizmalarıyla olan ilişkileri, köy kadınlarının çileleri, ağa-köylü ilişkisi, öykülerin pek çoğunda olduğu gibi bu kitapta da önemli bir yer tutuyor.
Anadolu Garajı yürekte iz bırakan toplumcu gerçekçi bir eser.