ŞAİR AHMET TELLİ İLE SÖYLEŞİ

Girne Belediyesinin 22-29 Nisan arasında düzenlediği Kitap ve Kültür Günleri etkinliği çok değerli yazar ve şairleri Kıbrıslı okurlarla buluşturdu.

Girne Belediyesinin 22-29 Nisan arasında düzenlediği Kitap ve Kültür Günleri etkinliği çok değerli yazar ve şairleri Kıbrıslı okurlarla buluşturdu. Etkinlik Ramadan Cemil Meydanı’nda gerçekleşirken imza günleri, söyleşiler ve dinletiler Girne Belediyesi Sanat Galerisinde yapıldı. Işık ve Khora Kitabevlerinin de destek verdiği etkinliğin pazartesi akşamı konuğu değerli Şair Ahmet Telli oldu. Kıbrıslı şiir severler şair Ahmet Telli’nin şiirlerini kendi sesi ve yorumuyla dinleme olanağı buldular.

Şairin; Yangın Yılları (1979), Hüznün İsyan Olur (1979), Dövüşen Anlatsın (1980), Saklı Kalan (1981), Su Çürüdü (1982), Belki Yine Gelirim (1984), Çocuksun Sen (1994), Kalbim Unut Bu Şiiri (seçmeler, 1994), Kül ve Kil (1997), Barbar ve Şehlâ (2003), Yüzün Doğusu Gül / Gul e Rojhilata Rûyê Te (Türkçe-Kürtçe, 2005), Nida (2009), Bakışın Senin (2016), Veda Divanı (2018). Kendi sesinden şiir kaseti/CD leri: Kalmasın (1994), Kül ve Kil (1997) dışında yazarın“deneme” olarak nitelendirilen birçok kitapları da var, ancak kendisi, yazım türlerinin artık çok fazla içiçe geçtğinin altını çizerek bunları “yazılar” olarak adlandırmayı tercih ediyor. Ayrıca bu söyleşide, şairin bu yıl içerisinde “Arkadaşlık Günleri “ adını vermeyi düşündüğü yeni bir kitabının daha yayınlanacağı müjdesini aldık.
Şair Ahmet Telli Kıbrıslı okurlar için sorularımızı yanıtladı;


Z.Y.Öncelikle Kıbrıs’a hoş geldiniz diyorum. Üniversite yıllarında eşimle birlikte kitaplarınızı okurduk. Hatta şiirlerinizi sevmek bizi birbirimize yakınlaştırdı diyebilirim. Bizim için düşünsel ve duygusal gelişimlere yol açtı şiirleriniz. O zamanlar çok etkilendiğim şiirleriniz 35 yıl sonra bende aynı hatta daha fazla duygu yoğunluğuna neden oluyor. O günün koşullarında yazdığınız dizeler bugün de karşılığını buluyor. Bu, şiirin evrenselliğinden mi kaynaklanıyor?

A.T. Evet şiir aslında yazan kadar alımlayıcının duyarlılığını imgelemini gösterir. Bu bakımdan yıllar sonra sizde bir etki yaratıyorsa o şiirin etkisi sizin alımlama ve imgelem gücünüzü gösterir. Tabii şiir aynı zamanda evrenseldir de. Ben 60 yıla yakın, neredeyse okuduğumdan daha fazla süre yazdım, yazmaya da çalışıyorum. Değişik kuşaklar bir biçimde bu şiirlerle karşılaştı. Her birinde değişik izlenimler, değişik tatlar bıraktı. Siz daha genç kuşak olarak şiirin sizin okul yıllarına düşen zamanına denk geldiniz.

Z.Y. Ben sizin kitaplarınızla üniversite yıllarında tanıştım. Seksenli yıllar.

A.T. Birkaç kuşak bu şiirleri okudular.

Z.Y. Hala okunuyor. Oğlum da şiirlerinizi çok seviyor.

A.T. Bir şiirin ömrü ölümsüzlüktür, ölümsüzlük olursa şiir iyi bir şiir demektir. Zaten bir şairden yüzlerce şiir kalmaz. Birkaç şiir kalırsa bir şairden o iyi bir şair demektir.

Z.Y. Pek çok ödülünüz var. Son olarak PEN Türkiye 2020 şiir ödülünü aldığınızı biliyoruz. Pen Türkiye “gerçeklik, direniş, hüzün iç içe geçmiş dizeleriyle okuyucusunu etkilemiş, emeğe saygılı, romantik ve isyankâr şairimiz Ahmet Telli’yi kutluyoruz” şeklinde bir açıklama yaptı. Romantik ve isyankâr terimini açıklar mısınız? Kendinizi bu şekilde tanımlıyor musunuz?

A.T. Önce ödüller konusunda bir düşüncem var. Onu söyleyeyim. Kitle sanatlarında yani müzikte tiyatroda ödüller yaratıcısını şevklendirir ve bu mimari alanında doğrudur ancak şiir alanında ödül bana doğrusu şiir dışı bir etkinlik gibi geliyor. Buna rağmen benim de ödül bilgisine sahip olmadığım zamanlarda bana verilmiş ödüller var. Son olarak PEN Türkiye Yazarlar Derneğinin verdiği ödül ise ödül değil başka bir şey. Yani her yıl bir şaire o yılki şiir hakkında bir bildiri yazması isteniyor. Bu metni yazmak için beni önermişler. Bu ödül olarak adlandırıldı ama bu ödül değil. Ben iki bin yirmide dünya ve Türkiye şiiri için bir metin kaleme aldım. O metin yayınlandı. Ondan sonraki iki bin yirmi birde başka bir şair yazdı. Bu sene artık o da çeşitlendi. Herkes kendi metnini yazmaya çalıştı. Ödül bir şair için pek de şiire dair bir kavram değil bana kalırsa. Ben 1991 den bu yana hiçbir ödüle katılmam ve ödüllere karşı olduğumu söyleyebilirim. Romantik ve isyankar terimine gelecek olursak. Bunu, Ataol Behramoğlu düzenlediği şiir antalojisinde kullandı aslında. Romantik ve başkaldırıcı oluşumu Atilla İlhan’a ve sözcük seçimini de İsmet Özel’e bağladı. Bu çok doğru bir tespit değil bence. Her şairin romantik bir dönemi vardır. Şiir isyancıdır aslında. Gerçeği kabul etmeyen bir yanı vardır. İsyankar oluşu bana bağışlayan ise şiirin kendisidir. Romantik oluşum, evet her devrimcide bir ütopya olduğu için dünyayı değiştirme heyecanı ve ütopyası onu kısmen romantizme bağlar.

Z. Y. Edebiyatın topluma etkisi nedir. Toplumcu şiir nedir? Toplumcu şair nasıl olmalıdır? Şair ve yazarların topluma karşı görevleri nelerdir.

A.T. Sondan başlayayım. Şiire hiç kimse görev veremez. Böyle bir hakkı da yoktur. Yani bir yazımda dediğim gibi şöyle de söyleyebilirim; Baharda ağaçlar yeşerir. Hiç kimse ona komuta edemez. Nasıl ağaçlar baharda yeşerirse, yapılan bir eser görev için değil varoluşu gerçekleştirmek için yapılır, bir varoluş meselesidir. Toplumsalcılık ya da toplumcu edebiyat ya da şiir kavramları da şiir cinsinden bir kavram değildir. Bu edebiyat tarihçilerinin edebiyatın ve şiirin kıyaslanarak anlaşılmasını kolaylaştırma yolu olarak ortaya atılmış bir kavramdır. Bizde ne yazık ki bu kategoriler çok yerleşmiş olduğu için toplumcu ya da bireyci şiir olarak adlandırılır. Bu yanlış bir şeydir. Aynı gerçeklik ben üzerinden ifade edilir. Ama aynı zamanda toplumcudur. Biz üzerinden ifade edilirse sanki toplumcuymuş gibi karşılanır ki bu da yanlıştır. Bazen ben, biz üzerinden biz kavramı ile anlatılabilir. Bazen de toplumsallık ben üzerinden anlatılabilir. Yani diyelim ki Nazım Hikmet’in karıma mektup şiirini alın. Karıma Mektup sözü daha başlığında karısına mektup gibidir, beni anlatır. Oysa şiire baktığınız zaman, “Bir tanem son mektubunda/ başım sızlıyor yüreğim sersem diyorsun/…./Yaşarsın karıcığım, yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı” diye devam eden bu şiir pekala toplumsal gerçeği ifade eder, ama ne üzerinden? Ben üzerinden ifade eder. Bu iyi bir şiir, iyi şiir hem toplumsallığı hem bireyselliği içerir. Onu bireysel şiir veya toplumsal şiir diye kategorize etmek doğru bir şey değil, şirin etki gücünü azaltan kavramlardır bunlar.

Z. Y. Şiirlerinizi yazarken belli bir takviminiz var mı? Konu belirleyip sonra mı yazıyorsunuz yoksa yüreğinizden dökülen anlık şiirlerinizin toplamı mı kitabınızı oluşturuyor.

A.T. Konu deyince bir anlatı söz konusudur. Oysa şiir anlatmaz, o bakımdan şiirin çok zorlanırsa bir teması olabilir. Ama bir şiir tek temalı olduğu gibi aynı temanın çevresinde bir çok şeyi birden söyler. Ama bunu rafine bir şekilde söylemeye çalışır. Şöyle de söyleyebilirim, düz yazı anlatır. Onun bir konusu vardır. Şiir böyle değil. Şiir birdenbire bize bir şeyi sezdirir. Şiir bizim sezgi antenlerimizi açarak orada yaşadıklarımızı bir kez daha gözden geçirmemizi sağlar. Burada asıl şiirden çok alımlayıcının yani şiir okurunun imgelemi çok önemlidir. İmge şairin yazdığında değil, imge okurun zihninde canlanan tablodur, resimdir, müziktir.

Z.Y. O zaman şöyle diyebilir miyiz? Metin yazarından çıktığı zaman okuyucunundur. Buna katılıyor musunuz?

A.T. Bu sözün en güzelini Neruda söylemiş, Postacı filminin sonunda; “Şiir ona ihtiyaç hissedenindir”. Şiir aynı zamanda yazarınındır ama okurunundur da. Yazar ister ki okurunun olsun. Aslında onun imgeleminde canlansın bir şeyler. O yüzden Neruda’nın sözü daha doğru bir cevap oluyor sizin sorunuza.

Z. Y. Bir yazınızda bahsettiğiniz “Kendi kavramlarımı geri istiyorum” cümlesinden yola çıkarak bugünkü ortak hafızada sanatçının rolünden bahsedebilir misiniz?

A.T. Bu çok güzel bir soru. Kavramlarımı geri istiyorum sözünden, kavramların ifade ettiği hayatları geri istiyorum demektir. Çünkü bizim ülkemizde mesela vicdan, merhamet gibi kavramları egemen iktidar çevreleri çok kullanmaya başladılar. Oysa ben yine bir yazımda söylemiştim, vicdan o kadar bireysel bir hadisedir ki. O bakımdan merhamet bir olay karşısında bir kişinin takındığı tavırdır. Diyelim ki Berkin Elvan Gezi sırasında öldürüldü. Tek tek vicdanlar bir araya gelerek o topluluğu oluşturdular. Berkin Elvan’ın arkasından yüz binler protesto ettiler. Vicdan kitlesel değildir, bireyseldir. Herkes o vicdanı kuşanarak geldi o alana. O bakımdan merhamet vicdan ve vefa gibi kavramlar soyut kavramlardır. Bu kavramları egemenler kendilerine maletmek isterler. Yani yol yapıyorsa bu görevleri olmasına rağmen bir hediye, lütuf yaptıklarını sanırlar, oysa bu görevleridir onların. Burdan bir merhamet bir vicdan çıkmaz. O bakımdan bu kavramları yanlış yerde kullanıyorlar. O yüzden aslında hayatlarında olmayan kavramlar benim kavramlarımdır. Çünkü ben yazdıklarımla kadınlara karşı, çocuklara karşı, dünyanın her yerindeki ormanlara karşı merhametliyim. Benim vicdanım acımaktadır. Geçen yıl ülkedeki yangınlar karşısında egemenlerin tavrı beni çıldırtıyordu. O ilgisizlikleri, o araçları kullanmayışları. Bizim canımız yanıyordu. Onların hakkı değildir o kavramlar. O kavramları biz geri istiyoruz. Yani bizim hakkımızdır o kavramları kullanmak.

Z. Y. Aşk bir birey olma mücadelesi. Bir başka deyişle varoluş biçimi diyorsunuz. Aşk şiirlerinizin toplumsal mesajı var ve çok iyi akılda kalıyor. Örneğin Gidersen Yıkılır Bu Kent. Toplumla kan bağı kuran bir şair insana özgü duygulara şiirinde yer vermeli olarak anlıyorum bunu, aşka dair olsun ya da olmasın. Bu konuda ne söylemek istersiniz.

A.T. Biraz önce şiirin bireysel bir sanat edimi olduğunu söylerken de bunu açıklamış oluyoruz aslında. İnsanın kendini gerçekleştirmesi için çeşitli yolları vardır. Sanat, politika, aşk, spor, felsefe, ideoloji ve dünya görüşü bunlara örnektir. Ama bütün bunların bileşkesinde bir şey vardır. Bir politikacı aşkı hissetmiyorsa kuru bir politikacıdır ve eylemi çok da insani olmaz. Bilim insanı atomu bomba da yapabilir, insanlığın hizmetine de sunabilir. Bu bakımdan Bilim insanının da, politikacının da sporcunun da aynı şekilde olması gerekir. Batsın bu dünya diyen bir arabesk müzikte düşünün. Orada artık söylenen şey aşkı o kadar şahsileştirmiş ki, oysa bütün insanlığın bir kendini gerçekleştirme yoludur aslında aşk. Daha doğrusu hangi yolla kendinizi gerçekleştirme istiyorsanız, ister politika, ister sanat, ister bilim ama aşk sizin yüreğinizde bir süzgeç gibi mutlaka var olmalıdır. Çünkü bilimi de insanileştiren aşktır, sanatı da, sporu da, dostluğu da. İyi bir sporcu olabilirsiniz. Ancak yüreğinizde aşk süzgeci yoksa o spor kaba, sadece yenmek duygusunda varolur, şiddeti içerir. Fuzulinin dediği gibi; “Bu dünyada ne varsa aşktan geçer, ilimdir, bilimdir, bunlar yalan”. Bu bakımdan aşk, ama nasıl bir aşk, batsın bu dünya diyen bir aşk değil. Bu insanın kendisini gerçekleştiren insani bir aşk. Eşitlik isteyen bir aşk. Yani burada tam da aşkın da bir ideolojisi vardır. Ve eşitliktir onun ideolojisi. Şiir gibidir onun ideolojisi. Bu yüzden şiirle aşk çok iç içedir. İkisinin de ideolojisi eşitliktir.

Z. Y. Sanat her ortamda gerçekle buluşur ve gerçeği anlatma yolunu bulur diyorsunuz. İçinde bulunduğumuz dönemin pek çok metaforik yapıta yol açacağını düşünüyorsunuz. Bazen sanatçı bunu farketmeden yapar bazen bilinçli olarak, sözlerinizi açıklayabilir misiniz?

A.T. Bu söylediklerime ekleyecek bir şey yok aslında. Gerçekle biz nasıl ilişki kuruyoruz. Bizim bu gerçekle kurduğumuz ilişki, bizim bu dünyaya karşı edindiğimiz dünya görüşüne bağlı bir şey. Ben devrimci bir insanım, o halde dünyaya buradan bakarım. Mevcut gerçeğe itiraz etmek benim hakkımdır. Çünkü dönüştürmek ve değiştirmek istiyorum gerçeği ben. Çünkü gerçek bazen insana karşı işleyebilir. O halde gerçeği nasıl görüyorsunuz? Onu nasıl dönüştürmek istiyorsunuz? Bunu anlatma yolunu seçerim. Çünkü gerçek kendini kabul ettirmek isterken, ben gerçeğe, “hayır başka türlü de olabilir bu gerçek” diyebilirim. Sanat da bunun için diliyle, imgeleriyle, metaforlarıyla bana yol açıyor.

Z. Y. Şiirlerinizi kalemle mi yoksa klavyeyle mi yazmayı tercih ediyorsunuz?

A.T. Ben dolma kalemciyim. Hiçbir metni tükenmez kalemle yazmam.

Z.Y. Okuyucularınıza imzaladığınız kitaplarınızda da dolmakalem kullanıyorsunuz.

A.T. Evet dolma kalemciyim, hala dolmakalem kullanıyorum. Mürekkebin kokusunu, her çeşit mürekkebi seviyorum. Bende yeşilin 4-5 tonu var mürekkep olarak. Mavinin öyle, siyahın öyle. Yeşilin on dört tonu olduğunu öğrendim.

Z. Y. Ben de şimdi sizden öğreniyorum bunu.

Z. Y. En sevdiğiniz şiiriniz hangisi acaba. Yoksa çocukları arasında ayrım yapamayan bir şair misiniz?

A.T. Daha henüz yazmadığım, yazmayı hayal ettiğim şiiri seviyorum.

Z.Y. Yazayım mı bunu? (gülüyoruz ikimiz de)
Girne Belediyesi Sanat Galerisinde yapılan söyleşide “Erkek olmanın güzelliğini yaşayamıyorum” dediniz. Devamında söylediklerinizden önce insan, sonra kadın olarak çok mutlu oldum. Okuyucularımız için de tekrarlayabilir misiniz?

A.T. Aynısını tekrarlayamam ama ülkemizdeki kadın cinayetleri benim canımı çok yakıyor. Çünkü orada erkeklerin kadınları öldürürken ne hissettiklerini kavrayabilmem mümkün değil. Başlangıçta bir aşk sandıkları şeyle bu insanlar birlikte olmuşlar. Sonra aşk bitmiş ya benimsin ya toprağınsın mantığıyla erkek öldürüyor kadını kendi fiziksel gücüne güvenerek. Bu erkek egemen ideolojinin hala bu modernist toplumlarda yaşadığını gösterir. Erkek egemen kültür feodal bir kültür ve egemenlikçi bir kültürdür. Oysa benim dünya görüşüm eşitlik ideolojisine bağlı. Yani ben devrimci, sınıfsız ve sınırsız bir dünyayı hayal ederken kadının ve erkeğin eşit varlıklar olduğunu düşünüyorum. Bu bakımdan bu bana bazen cinayeti ben işlemişim gibi hissettiriyor bir erkek olarak, utanıyorum sokağa çıkarken.

Z.Y. Bize biraz da kurucu genel başkanı olduğunuz BİSED’ den ve kuruluş amacından bahsedebilir misiniz?

A.T. Bu biraz Ankara’nın mevcut bilim ve sanat insanlarının dağınık durumundan ileri geliyor. Çünkü Ankara bin dokuz yüz kırklı yıllarda kültür merkeziydi. Dünya klasikleri burada çevriliyordu. Değerli yazarlar, kültür sanat insanları Ankara’daydı. Daha sonra zamanla çekim merkezi İstanbul oldu. Ve İstanbul kültür üretim merkezi oldu adeta. Bir çok yazar, çizer, sanat, bilim insanı İstanbul’a taşındı. Çünkü üretim oradaydı, matbaa oradaydı. Bu yüzden Ankara biraz kurudu. Böyleyken nasıl burada siz şairseniz, bir çok resmini, şiirini yapan insan vardı Ankara’da, tek tek tabii ki ama bunları tekrar toparlamak gerekiyordu. Böyle bir ihtiyaçtan doğdu BİSED. Bilim Sanat Edebiyat Derneği. Daha kuruluş aşamasında. Müebbet hapis cezasıyla yatan iki şair var Türkiye’de. Onların kitaplarını okumak ve gelen insanlara anlatmak ilk etkinliğimiz olacak. Bu şairlerden biri 28 yıldır diğeri 25 yıldır hapiste yatıyor, çok iyi şairler. Onları anlatacağız. Toplumsal etkinliklere de katılacağız tabii. 1 Mayıs’ta da olacağız. Bilim ve sanat insanlarının tekrar yüz yüze gelerek kendi aralarındaki dostlukları yeniden filizlendirmesi gibi bir amacı var. Dernek Ankara’da ama ülkenin çeşitli yerlerinden üye olmak mümkün.

Z. Y. Bitirirken, “şiir şairin yarasıdır” sözünüzden yola çıkarak, yaralarımızın sağalması ve sizi yeniden Kıbrıs’ta görebilmek dileğiyle teşekkür ediyorum. Röportajımı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim.

A.T. Ben teşekkür ederim. Yaralarımızla yaşayacağız. Yaralarımız bizim nefes alma borularımızdır.



Bu haber 1020 defa okunmuştur

:

:

:

: