Ankara’da Kıbrıs zirvesi

Kıbrıs sorunu Anavatan Türkiye’nin öncelikli Dış Politika sorunu olarak neredeyse yarım asra yayılan bir süreci doldurmuştur.

Kıbrıs sorunu Anavatan Türkiye’nin öncelikli Dış Politika sorunu olarak neredeyse yarım asra yayılan bir süreci doldurmuştur. Yıllarca, 50’nin üzerinde Türk Hükümetlerinin gündeminden düşmememiş, Cumhurbaşkanlığı, Milli Güvenlik Kurulu, TBMM gibi en üst düzeyde Devlet kurumlarının kapalı ve açık toplantılarında öncelikli ulusal gündem maddesi olarak yerini hep korumuştur.Türk Dışişlerinin hiç sönmeyen ışıkları altında ulusal gayret ve enerjimizin önemli bir kısmı Kıbrıs sorununun çözümü yolunda hasredilmiş ve hasredilmeye devam edilmektedir.

Rum –Yunan Kanadı, 1923 Lozan ve 1960 Kıbrıs Antlaşmalarına taraf ülkelerin başında gelmektedir. Bu antlaşmalarla Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdenizde Türk-Yunan paylaşım esaslarının ve bu esaslara dayalı Türk –Yunan dengesinin temelleri atılmıştır. Dünya ve tarih önünde yapılan bu antlaşmaları Rum –Yunan kanadı pervasızca ihlal etmekte gecikmemiş ve Kıbrıs Antlaşmaları altındaki taahhütlerini üç yıl kadar kısa bir süre içinde ihlal ederek Kıbrıs Türk Halkının Kıbrıs Cumhuriyeti Devletinde ve Kıbrısın uluslararası kimliği ve egemenliğindeki kurucu eşit varlığına, eşit ağırlıktaki söz ve temsil haklarına silahlı sadırılarla son vermiştir. Antlaşmalara rağmen Kıbrıs, Ege ve Doğu Akdenizde Helen egemenliği uğruna şöven ve saldırgan politikaları yıllarca sürdüren Rum-Yunan kanadı, Annan Planında olduğu gibi,uluslararası çözüm gayretlerinde uzlaşmazlığını açıkça ortaya koymaktan da hiç bir zaman imtina etmemiş, Helen egemenliğine yolu tıkayan tüm çözüm önerilerini reddetmiştir.
Son 50 yıla yakın süreç içinde, başta Kıbrıs Türk Halkı ve KKTC olmak üzere Anavatan Türkiye’ye tüm uluslararası organlarda ve AB kurumları içinde azami siyasi ve ekonomik bedeli üretmek Rum-Yunan Dış Politikasının değişmeyen temel bir stratejisi olmuştur. Bu Devlet Politikası, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetiminin AB tam üyeliği ile birlikte Ege ve Doğu Akdenizde “Avrupa’nın yeni sınırları”nı Rum-Yunan egemenliğinde tescil etme eksersizine dönüşmüştür. Rum –Yunan kanadının TC-AB tam üyelik müzakere sürecindeki şantaj ve dayatmaları bu kilit amaca endekslenmiştir.
Kıbrıs ve Doğu Akdenizde barış ve istirarın temeli olan 1960 Uluslararası Antlaşmaları sürekli ihlal eden, Kıbrıs Türk Halkının Kıbrısın egemenliğinde ve uluslararası temsil ve kimliğinde en az Kıbrıs Rum Halkı kadar hak ve yetki sahibi olmasına rağmen bu hakların hukuksuz gaspı ve işgalini 45 yıldan beri sürdürmekte olan Rum-Yunan Kanadına karşı Uluslararası camia ve AB sessiz ve hareketsiz kalmıştır. Hatta, bununla da yetinmeyip bölgede barış ve istikrarı topyekun tehdit eden bu saldırgan ve agresif Helen çizgisine destek vererek, tüm Kıbrıs adına Rum kanadı tarafından yapılan hukuksuz tam üyelik başvrusunu, Annan Planına hayır demelerine rağmen, kabul ederek, Kıbrıs ve Doğu Akdenizde, adil bir çözüm ihtiyacını,Rum-Yunan kanadı açısından ortadan kaldırmıştır.
Bu koşullarda ve “ masadan kalkan taraf biz olmayalım” stratejisi, 48 tur görüşme süreci içinde Türk kanadı açısından, kayda değer hiç bir getiri sağlamamş, tam aksine, bu güne dek tartışılmayan ve Anavatan Türkiyenin etkin garantisi başta olmak üzere, olmazsa olmaz güvenlik parametrelerimiz, eşit ve egemen halk ile eşit kurucu devlet vasfımız, iki kesimli coğrafi ve demografik güvencelerimiz, iki eşit halk, iki ayrı devlet ve iki eşit demokrasi temeline dayalı, sınırlı yetkilerle mücehhez merkezi federal bir çözümde varoluşumuzun temel unsurları, kabul ve tescil noktasından daha da uzaklaşmıştır.
TC-KKTC gecikmeden, mütekabiliyet çerçevesinde Rum-Yunan kanadının bedel ödetme stratejisine karşı mukabil bedel ödetme programına yönelmeli ve tüm uluslararası platformlarda Kıbrıs Rum Hükümetinin hukuksuz tasarruflarına, hak ve temsil yetkilerine karşı amansız bir siyasi ve diplomatik mücadele başlatılmalıdır. Başta, BM Güvenlik Konseyi olmak üzere tüm uluslararası kuruluşlarda Kıbrısın temsil esasları tarafımızdan kesin bir dille reddedilmeli ve Anavatan Türkiyenin bu tarihi veto kararlılığı ulusal bir seferberlik ve kararlılık eşliğinde tüm Dünya’ya ve Dünya kamu oyuna yansıtılmalıdır. 30 Temmuz 1974 Cenevre Konferansında da tescil edildiği gibi iki kesimli bir Kıbrıs’ta iki otonom Devlet ve iki otonom İdare mevcuttur. 1975 karşılıklı nufus mübadelesi antlaşması ile bağımsız ve egemen iki ayrı halkın yaşadığı bağımsız iki ayrı Devlet ve iki ayrı Demokrasi Kıbrısın meşru yeni gerçeğidir . Dünyanın bu gerçeği kabul etmesi Doğu Akdenizde barış ve istikrarı tayin edecektir. Uluslararası Camianın Kıbrısta her iki Devlete eşit muamele göstermesinin uluslararası hukukun da temel bir gereği olduğu ilan edilmelidir. Yeni bir Kıbrıs gerçeği açısından Dünya’ya verilecek kararlı ihbar TC-AB sürecini de olması gereken sağlıklı çizgiye oturtacak, KKTC-AB ilişkileri ise bu sağlıklı temeller üzerinde güvenli bir çerçeveye kavuşacaktır.


Bu haber 362 defa okunmuştur

:

:

:

: