Almanya’ya kaçıncı gelişim hatırlamıyorum. Almanya ikinci dünya savaşından sonra robot niteliklerine sahip, gördüğünüz zaman android sanacağınız, çok çalışkan ve disiplinli bir insan ordusu yetiştirmeye başladı. Yolları, arabaları ile dünyada bir marka haline geldi. Otomobil firmalarından Wolksvagen, BMW, Mercedes-Benz, Audi, Porsche gibi dünya devleri, bu azimli ülkenin üretimleri olarak, otomobil pazarlarındaki liderliklerini yıllardır sürdürüyorlar. Muhteşem görüntülerinin yanında, sürücülere ve yolculara sağladığı konfor ve güven açısından Alman markaları, dünya arenasında ihtişamlarıyla göz kamaştırıyorlar. Ülke güvenliğinde de kendi markalarını tercih eden Almanya Hükümeti, üretimlerine sahip çıktığı gibi, yabancılaşmanın da önüne geçerek mali boyutta dışa bağımlılıktan eser barındırmıyor. Hatta o kadar ki; dünyanın (abartmıyorum) her noktasına yayılmış pazarlama ağlarıyla dünya insanına hizmet ediyor. Almanya’nın bazı yollarında hız sınırları yok. Bu inanılmaz bir güven duygusuyla örtüşüyor.
Almanya köprüleri, fabrikaları, şehirleri ve kentleriyle, mimarisi ve disiplinli yaşam kalitesi ile bir bütün olarak, dünya insanının gözlerini kapatmadan hayranlıkla izleyebileceği doğasında hayatını sürdürüyor.
Komşuları Avusturya, İsviçre ve Hollanda bir parça. Belçika bir parça. Fransa ayrı bir dünya.. Bir de; 1 Ocak 1993’te bağımsızlığını ilan eden Çek Cumhuriyeti. Burak Başkan’ın başkenti Almanya, Avrupa’nın en büyük ülkesi.
Bir başka seviyorum bu ülkeyi, birçok dostum, arkadaşlarım, akrabalarım yaşıyor buralarda. Binlerce Türk’e ev sahipliği yapan Almanya, sağladığı iş olanakları ve yapıcı politikası ile dünya hükümetlerinin örnek alması gereken bir adalet düzenine sahip. Rengârenk çiçekleri, ağaçları, bakımlı çevresi, el değmemiş doğası ve çevreciliği ile harikalar diyarı.
Birçok Türk vatandaş yaşadığı için, buralarda karnımız acıktığı zaman; iskender kebap ve döneri her an her sokakta bulmanız neredeyse mümkün. Giyim kültürleri göz alıcı olmadığı için, giyimle ilgili doğru düzgün birşey bulamazsınız buralarda. Bazı sokakları tamamı ile Türk vatandaşların oturduğu evlerle dolu. Hatta o kadar ki, Türk mahalleleri bile oluşturulmuş.
Hollanda ve Almanya dilleri hemen hemen ortak. O kadar benziyor ki birbirlerine bazen karıştırıyorsunuz. Bu iki ülke birbirlerini sevmemesine rağmen ortak dillere ve paydalara sahip bir dünyaları var!
Almanya’nın meşhur çiftlik evleri. Sık sık pikniklerim yapıldığı, hayvanların en hijyenik ortamlarda yetiştirildiği ve üretildiği, hayvan ve bitki tarımının üst düzey kontrol ve titizlikle yapıldığı, muhteşem doğasıyla kendiniz Alice Harikalar Diyarı’nda sanacağınız muhteşem çiftlik evleri.. Buralarda; bira üretiminin çok özenli ve kaliteli oluşu, ülke insanının biraya olan tutkusu ve bağımlılığından kaynaklanıyor. Bildiğiniz gibi dünya lideri bira üretim firmaları her geçen yeni bir gün farklı aromalarda ve lezzetlerde bira üretimiyle, dünya pazarında Almanları takip etmeye çalışarak onları liderlik koltuğunda kaçınılmaz yalnızlığına bıraktı. Sürekli yaptığı yeniliklerle bu rantı sağlamaları zaten kaçınılmazdı.
Tıp alanı da önde oldukları bir diğer konu olan Almanlar, dünya arenasında ‘Bayer’ firmasının üstünlüğü ile de bu pazarda önemli bir konumda.
Spor eğitimi alanında, eğittiği spor adamları ve sporcuları ile Avrupa ve Dünya’nın merkezinde bir eğitim-öğretim ülkesi olan Almanya da; disiplini ve hayata olan bağında, sporun eşsiz dinamizmi ve kalitesi kendisini hemen belli ediyor. Spor bilimleri alanında araştırmalar, yatırımlar ve yetiştirme kalitesi harikulade olan, özellikle Köln Üniversitesi’nin eşsiz Spor Akademisi ile, dünya insanına her branşta üst düzey gelişim ve eğitim sağlanıyor. Yetiştirilen spor insanları; dünya’nın her noktasında spor alanında kendi ülkelerine üst düzey kalite ile hizmet ederek, sporcu ve spor insanı yetiştirmeye devam ediyor.
Kışı çok soğuk ve karlı geçen Almanya’nın meşhur Ryan nehri, Hollanda’dan Almanya’ya ilerlediğimiz o güzelim yolları ile muhteşem görünüyor. Yeşillik, doğa, anlatılmaz yaşanır cinsten buralarda.
Arkadaşlarla birlikte çok şok olan cafelerden bir tanesinde mutluluk salgılayan çikolata içtik. Yanında da kurabiye yedik. Bu arada bol bol fotoğraf çektik, biraz da çekim yaptık. O kadar çok çarşı pazar dolaştık ki ayaklarımıza kara sular indi. İnanır mısınız? Hani albenisi olan, belki bir-iki makyaj malzemesi alabildik.
Düşünebiliyor musunuz? Bir zamanlar Hitler’in Dünya’ya meydan okuduğu bir ülke o yıllarda taş taş üstünde kalmamıştı. Ama bugün, cenneti andıran bir ülke durumunda.
Birer ağaç diksek, kapımızın önünü süpürsek, çevremizi güzelleştirsek, evlerimizin dış duvarlarına badana yapsak, temiz tutsak. Bahçelerimizin önüne rengarenk çiçekler eksek. Sokaktaki sahipsiz hayvanları yedirsek, temizlesek, bakım yapsak. Herkes herkese selam verse yardım etse. Kısa mesafelerde bisiklet veya yaya gidebilsek. Her zaman anlayışlı ve sabırlı olsak. Bu küçücük ada cennet olur. Sizi seviyorum…