ULUSLAR ARASI BASKI

Daha önce yine bu köşede “BM’NİN GÖREV SÜRESİ” başlıklı yazımda, BM’nin Kıbrıs’la en ilgili, uluslararası kuruluş olduğunu belirtmiştim.

Daha önce yine bu köşede “BM’NİN GÖREV SÜRESİ” başlıklı yazımda, BM’nin Kıbrıs’la en ilgili, uluslararası kuruluş olduğunu belirtmiştim. Kıbrıs’ta bulunacak bir çözüm mutlaka BM çatısı altında olmalıdır. Yani bir diğer deyişle, AB veya ABD Kıbrıs’ta bulunacak bir çözümde taraf olmamalıdır. AB veya ABD, Kıbrıs’ta çözümü kolaylaştıracak yolların bulunmasına ancak tarafları motive edecek yaklaşımlarda bulunarak katkı koymalıdır. Bu düşüncemin nedeni AB veya ABD karşıtlığı değil, AB normlarının Kuzey Kıbrıs’ta da uygulanması, Kıbrıs Türkü’nün daha iyi şartlarda yaşaması en büyük mücadelemiz. AB Kıbrıslı Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti’ne rağmen, Kıbrıs sorununa kalıcı bir çözüm bulunmadan, bölünmüş bir ülkenin tek tarafını bünyesine alarak Kıbrıs’ta tarafsızlığını yitirmiştir. Güney Kıbrıs’ı üye olarak kabul ederken, bize sorma gereği de duymamıştır. O halde bulunacak bir çözümün onayı AB’ye düşmez. Üstelik adanın yeniden birleştirilip AB’ye birleşik halde girmesini kabul eden tarafı değil, birleşmeyi, ortaklığı, paylaşmayı, barışı reddeden taraf olan Güney Kıbrıs’ı içine alarak ödüllendirmiştir. Ve bizler yani Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini onaylayan Kıbrıs Türkler için kılını bile kıpırdatmamıştır. ABD ise çıkarı olmadan kimse için herhangi bir adım atmayacağını, zaten müdahale ettiği yerlerdeki durumla kanıtlamıştır. Zaman zaman üst düzey AB’li diplomatlar, ülkemizi ziyaret ederek çözüm için nabız yoklamakta, öneriler sunmakta ve bu soruna taraf olmaktadır. İlginçtir, önerileri arasında ısrarla Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a limanlarını açmasını dile getirmektedirler. Türkiye Hükümeti’nin çözüm bulunmadan limanlar açılmaz tavrına rağmen bu ısrarını sürdüren AB akıllara şu soruyu getiriyor, “Kıbrıs’ta iki eşit tarafının onayladığı kalıcı bir anlaşmamı, yoksa Türkiye’nin limanlarını Güney Kıbrıs’a açması mı daha önemlidir?”.Bu noktada limanlarını Güney Kıbrıs’a açmak için anlaşma şartını dile getiren Türkiye, limanların açılmasının Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanıma anlamına gelmeyeceğini dile getirerek de bir çelişki yaratıyor. Ben, 2010 yılında anlaşma ve referandum olabileceği söylemlerinin, AB’nin içinde bulunduğumuz Aralık ayında Türkiye ile ilgili ilerleme raporunu açıklayacak olmasının da etkisiyle dillendirildiğini düşünüyorum. Bulunacak bir çözümün diğer ortağına bakacak olursak, Rum Lider Hristofyas AB’nin diğer üye ülke başkanlarına gönderdiği mektupta, Türkiye’nin AB ile ortaklık anlaşması olan Ankara Anlaşması’nda, AB üyesi ülkelerle gümrük birliğini onayladığını, yine AB üyesi “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile bu birlikteliği henüz sağlamadığını ve bunun sağlanması için Türkiye’ye baskı yapılmasını istedi. Amaç, AB üyeliği avantajını kullanıp, Türkiye’yi sıkıştırmak. Yani bildik beklenen bir politikayı devam ettirmek. Türkiye Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcısı Cemil Çiçek KKTC’nin kuruluş kutlamaları sırasında yaptığı açıklamada AB ve Kıbrıs arasında tercih yapmaları istenirse bu tercihin kesinlikle Kıbrıs olacağını açık bir dille belirtti. Rum tarafı limanların açılması için Türkiye’ye baskı yapılmasını isterken, Türk tarafı olarak bizlerse, Güney yönetiminin çözüme odaklanması konusunda uluslar arası baskı unsurunun harekete geçmesini istiyoruz. Bu noktada olumlu olarak etkili olacak, Uluslar arası baskı unsuru ortaya çıkmalı. En başta AB, ABD ve tabi ki Kıbrıs’taki gerçekleri en iyi bilen dört ülkeden biri olan İngiltere bu konunun çözümü için her iki tarafı da cesaretlendirmeli ve özellikle de hiçbir koşulda ortaklık istemeyen Rum yönetimine, çözümsüzlüğün devam etmesi durumunda yalnız bırakılacağını hissettirmelidir. Bu şekilde bir baskı, hem Rum yönetimini zorlayacak hem de Uluslar arası camiadan beklediği ilgiyi görmeyip, güveni sarsılan Kıbrıs Türkünü de yeniden çözüm konusunda umutlandıracaktır.
Bu haber 502 defa okunmuştur

:

:

:

: