Kıbrıs politikamızda yeni kırılmalar olmamalıdır

Bu günkü yazıma, 21/ 05/ 1994 yılında KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş’a Londra’dan gönderilen kendi kendine izahlı bir yazı ile başlamak istiyorum:

Bu günkü yazıma, 21/ 05/ 1994 yılında KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş’a Londra’dan gönderilen kendi kendine izahlı bir yazı ile başlamak istiyorum:

“Sayın Cumhurbaşkanınm,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin gündeme getirdiği, güven artırıcı önlemler paketinde Türk Kanadı leyhine gösterilmek istenen bir takım gelişmeler, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Birliğine tam üyelik başvurusuna “evet” karşılığında gündeme gelmiş olabilir ( AB’ne tam üyelik yolunda bir Kıbrıs’da Maraş ve Lefkoşa Hava alanı iki toplumlu cazibe merkezlerinin ilk eksersizini teşkil edebilir ). 5 Mayıs 1994’de, Chatham House’da bir konuşma yapan Yunan Dışişleri Bakanı Pangalos, Maasrtricht Antlaşmasının tüm koşullarını tamamlamış ancak AB’ne henüz tam üye olamayan Kıbrıs ve Malta Adalarından söz ederek konuyu yeniden Avrupanın gündemine getirmiştir. Avrupa siyasi çevrelerindeki genel kanaat “Kıbrıs”ın AB ile çok ileri düzeyde olan ilşkilerinin tam üyelik aşamasına geldiğidir.

Böyle bir gelişme, Türkiye’nin Kıbrıs’taki garantörlük haklarını büyük ölçüde nötralize edeceği gibi, Karadeniz ve Ege’den sonra Türkiye çevresindeki Helen-Ortodoks kuşatmasını Avrupa ittifakı içinde, Akdeniz sahillerine uzatma sonucunu doğuracaktır.
Rumların istekleri doğrultusunda çözüme kavuşmamış bir Kıbrıs’da ise söz konusu kuşatmanın, askeri, ekonomik ve siyasi açıdan, Türkiye’ye karşı canlı ve kanayan bir cepheye dönüşeceği muhakkaktır. Bu itibarla, Rumların AB’ne tam üyelik başvurusu Türk diplomasisinin en büyük sorunu haline dönüşmeden ciddi ve kararlı önlemlere başvurmak yerinde olacaktır. Türkiye’ye her ne pahasına olursa olsun, “Kıbrıs” başvurusunu Türkiye başvurusunun neticenmesine bağlı olarak Avrupa gündemine gelmesini sağlamalıdır. Bunun yapılamaması halinde, KKTC’nin Türkiye’ye entegrasyonu real politik adım olarak şimdiden somut olarak ele alınmalıdır. KKTC’yi de kapsayan ancak Türkiyenin dâhil olmadığı bir Avrupa Birliğinde KKTC’nin Avrupa şapkası altında zaman içinde Helen egemenliğine girmesi kaçınılmazdır. Esasen Rum-Yunan dış politikasının en büyük hedefi Kıbrıs Adası üzerinden Türkiye’nin siyasi, askeri ve ekonomik varlığını uzaklaştırmaktır. Bu takdirde Enosis’e en yakın nokta gerçekleşmiş olacaktır.

Derin Saygılarımla Arzederim
Tansel Fikri ”

Cumhurbaşkanı Denktaş, 21 Mayıs 1994 tarihli bu yazımı, emekli bir büyükelçi sıfatı ile göndermiş olmama rağmen, büyük önem atfederek Anavatan Türkiye’nin en üst düzeydeki Devlet Kurumlarına iletilmesi için talimat verdiğini, zamanın özel kalem müdürü Uğur Karagözlü bana şahsen ifade etmiştir.

Ne yazık ki, Başbakan Tansu Çiller Yönetimindeki Anavatan Hükümeti, Kardak Krizinde sergilediği dirayetli ve kararlı duruşu, Kıbrıs Rum Yönetiminin hukuksuz “Kıbrıs-AB” tam üyelik başvurusunu, önlemek üzere ortaya koyamamış ve Türkiye’nin, 1960 Kıbrıs Kuruluş, Garanti ve İttifak Antlaşmalarından kaynaklanan etkin veto hakkını, hiç bir meşru bağlantı veya gerek olmamasına rağmen Ankara Gümrük Birliği Antlaşması uğruna değerlendirilememiştir. Loizidou Davası konusunda, aktif bir savunma ve mukabil bir legal karşı taarruzun tarafımızdan organize edilememesi, Ankara Gümrük Birliği Antlaşmasının yeni 10 üye’ye teşmil edilmesini öngören Ek Protokolün tarafımızdan imzalanması, TC-KKTC Dış politikasındaki yeni ve ciddi kırılma noktalarıdır. Keza, Annan Planı Referandumundan sonra, KKTC’ye verilen AB ve uluslararası taahhütler çerçevesinde ambargo ve izolasyonların kalkmasını beklemeden yepyeni esaslar altında görüşmelere, koşulsuz, ısrarla oturma arzumuz Türk Kanadının müzakerelerdeki pazarlık gücünü ciddi ölçülerde zaafa uğratmıştır.

Önümüzdeki kritik süreçte, varoluşumuzun aşağıdaki temel taşları tartışmaya açılmamalıdır:
*1960 Antlaşmalarına dayalı Anavatan Türkiyenin etkin ve filli garantörlük hakkı,
* Kıbrıs Türk Halkı ve Kıbrıs Rum Halkının siyasal eşitliği ve Kıbrıs’ın geleceğinde ve uluslararası statü ve kimliğindeki eşit söz hakkı ve yetkileri,
* İki kesimli bir Kıbrıs’ta eşit ağırlıkta iki ayrı devlet, iki ayrı halk ve iki ayrı demokrasinin varlığı,
* Her iki halkın kendi kaderini belirleme hakkına sahip iki ayrı egemenlik hakkı, kalıcı ve uzun ömürlü bir antlaşmanın temel girdileridir. Bu temel parametreleri esas almayan süreçlerin, seçim veya referandumun Kıbrıs Türk Halkını, geriye dönüşü olmayan, yeni ve kaygı verici bir belirsizliğe sürüklemesi kaçınılmazdır. Kıbrıs Türkünün sonu anlamına gelecek yeni kırılmalara, Dış Politikamızın tahammülü kalmamıştır!
Bu haber 617 defa okunmuştur

:

:

:

: