Vatanseverlik ve insanın Milletine en yüce duygularla derinden bağlı olması ayni zamanda gerçek bir barışsever olmasına asla engel değildir. Bu itibarla gerçek barışseverlik gerçek vatanseverlik gibi bir siyasi partinin veya takdim edilmek istendiği gibi siyasal bir cephe veya ittifakın tekelinde veya inhisarında olması düşünülemez. Yıllar süren Rum saldırganlığı karşısında,47 yıldan beri büyük acılar çekmiş Kıbrıs Türkü barışın, özgürlük ve insanca yaşama hakkının gerçek değerini ve bedelini çok iyi bilmektedir. Bu nedenedir ki Kıbrıs Türk’ü için, Anavatan Türkiye’nin ve Türk Ordusunun etkin garantileri ve fiili güvenceleri KKTC’nin ilelebet var olmasının ve Kıbrıs’ta kalıcı barışın temel taşıdır.
ABD Eski Dışişleri Bakanı ve ünlü siyaset bilimcisi ve devlet adamı Henry Kissinger
Somaliden Bosnaya, Nagaro-Karabağdan Lübnan’a, Ruand’dan Çeçenistana, Kongo’dan Vietnama ve nihayet Ortadoğudan Kıbrıs’a uzanan tüm etnik kavga ve ithilafları inceledikten sonra şu sonuca varmıştır. “Kıbrıs sorunu gibi tarih içinde kökleşmiş etnik kavgaları ve gerilimleri çevreleyen husumet ve karşılıklı güvensizlik ağları o kadar derindir ki sözkonusu etnik fay hatları arasında birleştirici köprüler kurmak imkânsızlaşır. Bu tür etnik sorunlara müzakerelerle veya arabulucularla çözüm getirmenin örneği yoktur. Çözüm taraflardan bir kanadın mutlak galibiyeti veya karşılıklı direnme gücünün zaman içinde tükenmesi üzerine inşa edilebilir. Etnik bir savaş başladıktan sonra sonucun çoğu kez, etnik azınlığın katliamı ile neticelenmesi veya etnik gurupların yeniden siyasal birlikteliği yerine zorunlu siyasal ayrılığı ile sonuçlanması beklenmelidir.”
Gerçekten Kissinger’in analizine uygun olarak, Rum-Yunan kanadı, 1963–74 yılları arasında Kıbrıs Türkünü silahlı saldırılar ve soykırıma varan toplu katliamlarla tam bir yenilgiye uğratmak istemiş, ancak bu misyonda başarılı olamamıştır. 1974 Türk Barış Harekâtı Kıbrıs Türkünü topyekûn bir imhanın eşiğinden kurtarmış ancak bu sınırlı harekât Ada’da Rumları vatansız ve devletsiz bırakmamış, Rum kanadının topyekûn yenilgisini ise amaçlamamıştır. Bu nedenle, Türk Ordusu, insanlık tarihinin en haklı, en insancıl ve en asil askeri harekâtını gerçekleştirmiştir. Rahmetli Sayın Bülent Ecevitin değerli önderliğinde insanlık tarihine kazandırılan bu harekât için Anavatan Türkiye’nin, başta Rum-Yunan kanadı olmak üzere dünya’ya ödenecek hiç bir borcu yoktur. Doğal ve pek haklı olarak yıllardır saldırılara muhatab olan ve devletsiz bırakılan Kıbrıs Türkü, Kuzeyde Adanın yüzde %38’ne tekabül eden bir coğrafyada kendi Devletini ve Bağımsızlığını ilan ederek 1974 den yana güven ve istikrar içinde yaşamaya yönelmiştir. Aradan 35 yıl sonra kökleşmiş bu istikrar temellerini ortadan kaldırıp, iki kesimli, iki ayrı ve egemen halka dayalı iki devletli güvenceler yerine tek devlet, tek halk, tek egemenlik, tek vatandaşlık, tek uluslararası kimlik esasına dayalı ve sebest dolaşım, serbest yerleşim ve göçmenlerin 1974 öncesi mülklerine dönme hakkını içeren yeni bir görüşme sürecini benimsemek, Kıbrıs Türkünün geleceğini etnik fay hatlarının yeniden tehdit ettiği, savunmasız, 1974 öncesi günlere götürmektir. Oysa, Kissingerin öngördüğü gibi, iki etnik ulusun zorunlu ayrılışı, 1975 nufus mübadelesi antlaşması ile Kıbrıs’ta tam olarak gerçekleşmiş ve kalıcı barışın iki ayrı devlete dayalı temelleri atılmıştır.
Orta Doğu sorununun çözümünde iki devletli çözüm şeklini savunan İngiltere eski başbakanı Tony Blair, “Tek devletli çözüm öngörüldüğü takdirde kimin devleti kavgası sonsuza dek sürecektir.” diyerek gerçek ve kalıcı bir çözümü iki devletli çerçeveye oturtmuştur.
Kıbrıs Türkü için iki devlete dayalı güvenli bir çözüm şeklini çok görmek, Kıbrıs’ta Helen Egemenliğine davetiye çıkarmaktır. 2004 yılında KKTC “Barış Cephesinin” “Kıbrıs’da barış engellenemez, barış hemen şimdi sloganları”açıkca teslimiyeti çağrıştırmış ve adeta KKTC’de mücadele direncinin tükendiği izlenimini vermiştir. Ambargoların kaldırma taahüdünü veren AB, “tanınma istemiyoruz ve görüşme masasında en kısa zamanda barışın tesis edilmesini istiyoruz, barış, hemen şimdi!”gibi yaklaşımları yılgınlık olarak algılamış ve 2004’den bu yana Rum-Yunan dayatmalarına boyun eğmiştir. 2010 yılında ayni senaryonun sahnelenmesi görüşmelerdeki pazarlık gücümüze yepyeni bir darbe indirmektedir.
BU ŞARTLAR ALTINDA, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GENEL SEKRETERİNE ANLAŞMAZLIK HUSUSLARINI ÇÖZMEK ÜZERE YETKİ VERMEK, “DÜNYA VE DÜNYALI OLMAK” UĞRUNA KIBRIS TÜRKÜNÜ 1974 ÖNCESİ ŞARTLARA SÜRÜKLEYECEK TÜKENME FERMANLARINA İMZA KOYMAK DEMEKTİR
Dünya’yı AB desteğinde yanına almış Rum-Yunan Kanadının bu günkü görüşme zemininden beklediği budur. Oysa 25 Nisan 2004 sabahı Dünya, KKTC’nin yanında ayrı devlete ve ambargoların kaldırılmasına destek vermeye hazırdı. Bu fırsatı değerlendiremeyenler görüşmelerin çıkmaz sokağında KKTC için güvenli bir gelecek inşa edemez. Yepyeni bir geleceği ve yepyeni yaklaşımlarla inşa etmek mümkündür. 47yıldır çözüme yanaşmayan, tüm BM barış planlarını reddeden, görüşme masasında dilediği anda oyunun kurallarını ve hedef tahtasını değiştiren, imzaladığı tüm antlaşmaları bir anda yırtıp atan bir muhatap karşısında Kıbrıs Türkünün kaderini “görüşme masasını terkeden taraf olamayız” gibi bir söylemle tutsak edemeyiz. Kıbrıs Türkü cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya koyacağı irade ile KKTC Dış Politikasını içine girdiği bu darboğazdan kurtarmalıdır! KKTC seçmeni adayları tüm bu hususlarda net tavır almaya davet etmelidir. !