İnsan her yönüyle var olur. Her yön derken anlatmak istediğim şudur; Her insanın hataları vardır. Her insanın başardıkları vardır. Ve her insanın iradesi dışında içinde bulunduğu durumlar vardır. Bir insanın bir başarıyı elde etmesi elbette bir anda olmaz. Başarıya giden yol, konu ne olursa olsun hatalardan ders çıkarmaktan geçer. Hatalardan ders çıkarmak, özeleştiri yapmak, kendi kendini sorgulamak ve yapılan hatanın kaynağını bulup bir daha tekrarlamamak. Bir bireyin kendi kendini sorgulaması yanında kurumlarda kendi kendi sorgulamalı. Kimsenin, hiçbir kurumun eleştirilmemesi veya öz eleştiri yapmaması kabul edilemez. Böyle bir durumda yaşanılan ortam demokratiklikten çıkar.
Nedense hemen hemen dünyanın hiçbir yerinde kamu kurumları eleştirilmekten hoşnut olmaz. Elbette eleştiri ile saldırıyı birbirine karıştırmamak gerek. Ama ortada bir hata, bir eksiklik veya çoğunluğun benimsemediği bir durum varsa, bunun düzeltilmesi içinde sorumluluklar dahilinde gereken yapılmalı. Sorumlu konumda olanlar, inisiyatif alabilmeli. Bir ülkede eleştirilmeyen veya eleştirilmekten kaçınılan kurumlar hangileridir? Diye bir soru sorsam, alabileceğim cevapları az çok tahmin edebiliyorum. Eleştirilmeyen veya eleştirilse de bir fayda elde edilmeyen adeta eleştirilere kulak tıkayan kurumların en başında tabi ki siyaset kurumu, siyasiler, devlet kuruluşları, devlet işlerinin yürütüldüğü resmi daireler gelmektedir. Bu kurumlar en başta siyasetle iç içe olduklarından dolayı, sağlıklı bir çalışma mekanizmaları yoktur. Çünkü erk siyasi iktidardadır. Ülkemizi göz önüne alırsak, iktidardaki siyasi renge göre, sağlıksız bir istihdam politikası, adama göre iş ve her döneme göre yapılan atamalar, görevden almalar, o çok tartışılan müşavirler yanında artık en küçük memura kadar inmiştir. Yani günlük işler, günlük çıkarlar artık siyasi tercihleri belirliyor. Siyasi başarı ve iktidar için proje, icraat, gerçekçi vaatler artık önemli değil. Önemli olan kimin ne kazanacağı, kimin ailesine ne gibi çıkar sağlanacağıdır.
Ülke yönetiminde söz sahibi oldukları ve ülkeyi yönetmeye talip oldukları için en başta siyasi partiler ve siyasiler özeleştiri yapmalı ve sonuçlarını kabullenmelidirler. İktidar olma adına her şey mubahtır yaklaşımı artık terk edilmelidir. En başta siyasetten arınmış bir kamu sistemi oluşturulmalıdır. Düzgün ve işleyişi sınırlı olmayan bir kamu düzeni bu günkü şartlarda en önemli sorunlarımızdandır. Allah aşkına bir çok şikayet ve yanlışlığa rağmen suçunu kabul eden bir kurum duydunuz mu? Mesela, devlet kuruluşu olsun veya olmasın bir sağlık kurumunun hatası yüzünden mağdur olan insanımız yok mu? Elbette var. Peki sonuç, hakkını arayan, haklılığı meşrulaşan veya haksızlığı ispatlanan bir olaya şahit oldunuz mu? Şahsen ben olmadım. Bu sadece bir örnek. Yanlışlar sorgulanmadıkça, özeleştiri yapılmadıkça yanlışlar düzeltilmez çünkü itici bir güç olmadığından yanlışların düzeltilmesine gerek yoktur. Toplum olarak, siyasilere ve kamu kuruluşlarına karşı bir güvensizliğimiz vardır. Bu durum durup dururken oluşmadı tabi. Yapılan hatalar zamanla irdelenmedikçe, sorgulanmadıkça “Nasıl olsa bir şey olmaz” mantığı her alana yerleşmiş ve içinden çıkılması zor bir sistem büyüyerek gelişmiştir. Peki ne yapılmalıdır? Öncelikle görev alanı fark etmeksizin, devlet denetim mekanizmasını siyasi renk ayırımı olmadan etkin bir şekilde çalıştırmalıdır. Denetim, doğruyu bulmada en etkili araçtır. Ve tabi ki toplum baskısı. Siyaset kurumundan, toplumu ilgilendiren tüm alanlarda, toplum en önemli baskı ve denetim unsuru olarak etkinliğini göstermelidir. Eğer bu yapılmıyorsa, ortada bir yanlış var demektir. Bu yanlışlığın olduğu yerde de öncelikle toplum kendi kendini sorgulamalıdır.