Geçtiğimiz hafta bu köşede yayınlanan “Sorgulamak” ve “Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” başlıklı yazılarımda toplumun motive edici, zorlayıcı ve itici gücünü kullanması ile günlük yaşamda ihtiyaç olan iyileştirmelerin hayata geçirilmesinin kaçınılmaz olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Ülkemizde her şeyi siyasi gelişmeler belirliyor. Kişisel çıkarlar, toplumsal çıkarların önüne geçmiş. Yani tıpkı geri kalmış ülkelerde olduğu gibi. Devlete ait ve kamusal faydası olan kurumlarda her daim siyasi atamalar, yer ve görev değiştirmeler artık sıradanlaşmış durumda. İşte yanlışlıkta tam burada başlıyor. Bir işte uzmanlaşmış yani söz konusu işin ehli olmuş insanlar siyasi tercihleri yüzünden işlerinden el çektirilebiliyor. Başka
başka yerlerde başka başka görevlere atanabiliyor.
Bu gelişmeler belki bir noktaya kadar kabul edilebilir. Ama öyle kurumlar vardır ki bu tür icraatlar faydadan çok zarara yol açabilir. Mesela, polis teşkilatımız. Her zaman için en çok tartışılan kurumların başında geliyor. Gerek kendi içsel sorunları, gerekse toplumla olan diyalogları ile zaman zaman gündemdeler. Şöyle bir anlayış vardır. Polis teşkilatı mensupları, her zaman sert görünüşlü hal ve tavırdan tutunda konuşmalarına kadar topluma mesafeli duruşu olan bir mizaç sergilemelidirler. Benim şahsi inancım şudur. Herkes polis olamaz. Bu meşakkatli mesleği herkes layıkıyla yerine getiremez. Yani polis teşkilatının bir üyesi olabilmek için gerekli ve yeterli özellikler, 1.70 cm boya sahip olmak birkaç sınavda başarılı olmak olmamalı. İlk başta bu mesleği ircaa etmek isteyen kişilerin neden bu mesleği seçtiği önemli. Sırf kamu görevi olsun diye bu mesleği seçmek en başta kendini kandırmaktır. Ve yine iddia ediyorum ki herkes polis olamaz. Bu görevi yerine getirmek, her işte olduğu gibi öncelikle yapılan görevi sevmek ve tabi ki gerekli özellikleri taşımak gerekiyor. Polislik eğitiminin de ki bu mesleğin ilk başlangıç noktasıdır, süre olarak ve de verilen eğitim içeriği olarak daha etkin ve profesyonelce hazırlanmış bir mevzuatı içermesi esastır. Polis teşkilatı sivil otoriteye bağlanma noktasında da çok tartışılıyor.
Demokratik bir yönetim şeklinde sivilleşme, devleti, kamuyu ilgilendiren kurumların sivil otorite tarafından yönetilmesi kadar doğal bir durum elbette olamaz. Ama benim bu noktada şüphelerim vardır. Polis teşkilatı içinde siyasi iktidarın yaptırım gücünün etkinliği olduğu bir gerçekken ve bu her iktidar dönemi için geçerli iken bu kurumu tamamen siyasi otoriteye bırakmak daha fazla zarar verme anlamına gelebilir mi? Polis teşkilatının sivilleştirilmesi noktasında esas konu, askeri otoriteye bağlı bir polis teşkilatının daha etkin, objektif ve daha sağlıklı bir yapıyla yürüyebileceği mi daha inandırıcı, yoksa tam tersi sivil otorite kontrolündeki bir polis teşkilatı mı daha rahat görev yapabilir. Ve asker yönetimindeki polis
teşkilatı mı siyasetten arınmış olur, yoksa sivil yani siyasi otoriteye bağlı bir polis teşkilatı mı siyasetten daha uzak olur. Çoğunlukla siyasi kararların belirleyici olduğu kurumlarda, haksızlıklarda, adam kayırmacılık da kaçınılmaz olur. Polis teşkil atı gibi kamunun gözü önünde bulunan, emniyeti sağlama anlamında bir görevi olan kurumun siyasetten uzak, atamalarını, terfilerini, nakillerini kendi yasaları ve kanunları ile yönlendiren bir mekanizmaya sahip olması gerekmektedir.
Bu noktada polis teşkilatının siyasetle ne kadar ilişkili olduğu verilen rütbelerin haksız ve siyasi olduğu tartışılırken, Yüksek İdare Mahkemesi bazı rütbeleri iptal ederken bir başka önemli kurumda da siyasi olduğu iddia edilen bir görevden alma var. Din işleri dairesi başkanı, Sayın Yusuf Suiçmez geçtiğimiz günlerde bu görevinden alındı. Yapılan açıklamalarda, Sayın Suiçmez’in yetkilerini aştığı için görevinden alındığı belirtilse de kararın siyasi olduğu tartışılıyor. Görüldüğü gibi ülkenin emniyet birimlerinden, manevi birimlerine kadar her yerinde siyasetle bağlantı ve ilişkilendirilme var. Ne kadarı doğru ne kadarı yanlış bilemem ama yazıma attığım “Siyasetin girmediği tek yer” sadece başlık olarak kalacak aslında öyle bir yer yok.