Kıbrıs Türk insanı tarih boyunca tam anlamıyla bağımsız olmadı. Bağımsızlık sadece,
yönetim belirleme anlamında değildir. Kaldı ki bu konuda da Kıbrıs’ın kuzeyinde
yönetimsel idare toplumun elinde olmadı. Tam bağımsızlığın en önemli göstergesi,
ekonomik bağımsızlıktır. Ekonominin durumu belli. Siyasi durum nedir? Mesela; Bu gün
hükümet diğer partilerden geçiş yapan vekillerle, hükümeti ve meclis aritmetiğini
elinde bulunduruyor. Mesela; Daha önceki hükümetin büyük ortağı, yeni kurulmuş
seçime dahi girmemiş bir partiyle koalisyon ortaklığı kurdu. Hani halk iradesi, hani
bağımsız irade. Bir toprak parçasında toplum değil, kişiler, siyasi partiler ön
plana çıkarsa o toplum kendi kendini yönetemez. Kaderi kişilere, siyasi partilere
bağlı toplumlar kendi kaderlerini çizemezler. Sadece, götürülmek istenen yöne
giderler.
Her zaman altını çizdim. 28 Ocak ve 2 Mart tarihleri, Kıbrıs coğrafyasının kuzeyinde
birer milattır. Şimdilerde seslendirilen ve hazırlık yapılan tarihse 7 Nisandır. Bu
eylem ve grev, diğer gelişmeler için bir haber olacaktır. Yeni bir miting gündeme
gelir mi? Bu miting diğerleri gibi ses getirir mi? Hükümetin tepkisi nasıl olacak?
Öncelikle şunu kendi fikrim olarak belirmek isterim. Sendikal platformun, Brüksel
ziyaretindeki ayrılık noktaları devam ederse bu önemli bir halkanın zayıflaması
anlamına gelir. Brüksel ziyaretinin, görüldüğü kadarı ile olumlu ve olumsuz
karşılanması anlamındaki terazisi dengededir. Olayın siyasete dönüşmesi ve bununda
açıkça ifade edilmesi, olayın eksi yönü. Bu eksiklik yapılması muhtemel bir mitingi
katılım anlamında olumsuz etkileyebilir. Peki, bu saatten sonra ne olur? Yada ne
olmalı? KKTC’de mevcut siyasi yapıya alternatif bir düşünce ortaya çıkacaksa, bu
yönde bir niyet varsa bu sendika çatısı altında olmaz. Sendikanın belirlediği
eylemlere katılan üyeler de sendika başkanlarının her söylediğini onaylar diye bir
şey yoktur. Bu düşünceden hareketle yeni bir siyasal hareketlilik dönemine
girmekteyiz desek herhalde yalan olmaz. Bunun olabilmesi içinde ekonomik değil
siyasi olan mücadelenin sendika çatısından çıkıp, siyasetin yapılacağı yere yani
belki bir siyasi partiye, hatta yeni bir siyasi oluşuma kayması gerekmektedir.
KKTC’de özellikle siyasi alanda hiçbir şey eskisi olmayacak. Muhalefette başka,
iktidarda başka anlayışı ağır bir darbe almıştır. Buna rağmen hala daha meclis
bahçesi, bakanlık binaları verilen sözler, beklentiler ve bu beklentilerin sahipleri
tarafından dolduruluyor. İşte bu saatten sonra düşünülmesi gereken bu günün değil,
yarının ne olacağı. Günü kurtarma düşüncesi artık yerini yarınların garanti altına
alınması olmalıdır.
Son zamanlarda sık sık kullandığım, tekrarladığım bir cümleyi şimdi yine yazacağım.
Son üç yılımız boşu boşuna heba oldu. Tamamen siyasete ve siyasi gelişmelere
harcanmış üç yıl. Düşününki bu üç yılda KKTC’de neler yapılmazdı. Hangi projeler,
düşünceler hayat bulmazdı. Bu gidişle daha çok günlerimiz, yıllarımız heba olacak.
Her şeye rağmen, bir şekilde devam eden bir hayatımız var. Bir şekilde, ağır aksak,
akıp giden bir ekonomimiz var ki günlük hayatı yönlendiriyor. Ay sonu kapının
arkasında derler ya, gerçekten öyle. Banka önleri, emekliler ve maaş almayı bekleyen
insanlarla hareketli. Emekliler, memurlardan iki gün önce ödeniyor. Devlet
emeklileri maaşlarını alıp, bir diğer ay için Allah kerim dedi ama sosyal sigorta
emeklileri en azından bu yazı yazılırken henüz ödenmemişti. Banka önünde bekleyen
beklide birbirlerini o gün görmüş iki kişi ayni konudan şikayetçi. Uzak bir köyden
gelmişler, maaşlarını alıp geri dönüş için otobüslerini yetişecekler. Malum maaşlar
henüz yok. Yaşlılık da var tabi. Birisi “Hani formül ceplerindeydi” derken. Bir
diğeri “ Boş ver sigortalı maaş mı ister” diye yakınıyor. Evet, kum tartışması
bitti, gökdelen tartışması bu gün yarın biter. Fakat esas sorunlar hala yerinde.
Üstelik hiç dokunulmamış. Günlük konuları bir tarafa bırakalım da, çözülmesi zor
sorunların üstüne gidelim. Hadi kolay gelsin.